“Tecridi kırmak için hiçbir şey önümüzde engel değildir”

HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasına yönelik başlatmış olduğu açlık grevi 140’lı günleri geride bıraktı. Güven’in başlattığı açlık grevi, Öcalan’a yönelik tecrit politikalarının aldığı boyut ve bunun Kürt halkı üzerindeki yaratmış olduğu öfkeden kaynaklı kısa süre içerisinde binlerle buluştu. Şuan 7 bine yakın tutuklu süresiz dönüşümsüz açlık grevinde. Ayrıca ulusal hareketin yanında devrimci örgütlerin birçoğu süresiz dönüşümsüz veya dönüşümlü açlık grevleri ile açlık grevi direnişine destek oluyor. Açlık grevinde bulunan çok sayıda tutuklu kritik aşamayı aşarken hapishaneler dışında da girilen açlık grevleri ve dayanışma eylemleri ile direnişin sınırları her geçen gün biraz daha genişliyor.

Hapishanelerde, 4 devrimci-yurtsever tutsak; Zülküf Gezen, Ayten Beçet, Zehra Sağlam, Medya Çınar, Siraç Yüksek, Yonca Akıcı ve Almanya’da Uğur Şakar Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin son bulması talebiyle feda eylemi gerçekleştirdi. Gerçekleştirilen feda eylemleri bir taraftan düşmana, korku salarken ve sorunun boyutunu bir kere daha gösterirken diğer bir yandan sessizliği parçalamak için kitlelere-topluma, bilinçli ve devrimci öznelere yönelik, net ve kendi hayatının bir araç şeklinde kullanılarak yapılan çağrıdır. Bu çağrıya yanıt olmak ve her alanda Öcalan’a, Kürt ulusuna, ezilen halklara uygulanan tecridi parçalamak için her türlü engeli aşabilecek bir karşı koyuşu örgütlememiz gerekmektedir. Ayten Beçet’in feda eylemini gerçekleştirmeden önce bıraktığı mektubunda vurguladığı “özgürleşmek isteyen insanın özgürleşmek ve tecridi kırmak için hiç bir şey önüne engel olamayacağını gösterdi” sözleri mücadele ve direnme azmimizi oluşturmalıdır.

Ne var ki sorun ve süreç bireysel eylemlerin ötesinde, kitlelerin yenilmez gücüyle karşı koyularak üstesinden gelinebilecek ve böylelikle kalıcı çözümler üretilebilecek bir boyuttadır. PKK’li tutsaklar adına açıklama yapan Deniz Kaya’da “…Önderliğimizin fedai tarzdaki eylemlilikleri anlamlı bulmakla birlikte ilkesel olarak tutumu bilinmektedir… Önderlik gerçeğini anlama, kavrama, özgürlük felsefesini özümseme birlikte direnerek yaşamsallaştırarak gerçekleştirebilir… Daha örgütlü düşünceyle, duyguyla yaklaşılır ve hareket edilirse Önderliğimiz ve halklar üzerindeki tecrit kırılır ve faşizm mutlak yenilgiye uğrar ve direniş zaferle taçlanır…” diyerek belirttiği nokta direnişin bu yönüne ilişkindir.

Açlık grevi direnişleri her geçen gün biraz daha büyürken devlet ve yandaş medya açlık grevlerine karşı sağır ve dilsizi oynamaktadır. Fakat illa bir açıklama yapılacaksa bu adalet bakanı vs. değil faşizmin uygulamaları ile bütünleşmiş bir isim olan Süleyman Soylu tarafından gerçekleştirilmelidir. Günümüzde, faşistlik yarışında Soylu’nun yanına herkesin malumu olan sadece bir isim daha yazılabilir, daha fazlası değil. Sıranın gerisindeki diğer isimler bunların eline en fazla su dökebilirler. Soylu, faşizmle o kadar bütünleşmiştir ki, faşizm ve burjuvazinin kirli siyaseti onun şahsiyeti olmuştur. Bu isim; yalanla, nefretle, kinle, halk düşmanlığıyla o kadar tek vücut olmuştur ki, gerçeği yansıtan, insanlık namına ağzından fırlayıp kaçabilecek küçücük bir söz, onun bütünlüğüyle müthiş derecede bir uyumsuzluk bir çirkinlik, yakışıksızlık oluşturacaktır. O yüzden, feda eylemlerine ilişkin gayet rahat bir şekilde yalan söyleyebilmektedir.

Şu bir gerçek ki devlet, açlık grevleri karşısında ezilmiştir. 2018 yılının Nisan ayına kadar kimse PKK’nin adını ağzına alamayacak demiş olmalarına karşın, ağızlarına alamayacaklar dedikleri PKK’nin lideri Abdullah Öcalan için hapishanelerde ve hapishaneler dışında, birçok ülkeyi kapsayan ve sayısı binlerle ifade edilen büyük bir güç, aylardır açlık grevi direnişindedir. Dışarıda açlık grevine başlayan ya da açlık grevi için dayanışma eylemi, yürüyüşü örgütleyen yüzlerce insan gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Ancak devletin bu direnişi engelleme çabası, direnişin büyümesinin önüne geçememiştir. O yüzden tahrif ve yalana başvurmaktadırlar. Hapishanelerde tecridi kırmak için feda eylemi gerçekleştiren 4 yurtsever devrimcinin cenazeleri dahi devlet tarafından kaçırılmış ve aileleri gece karanlığında defnetmeye zorlanılmıştır. Feda eylemi yapan devrimcilerin naaşlarının ulaştığı şehirlere girişler yasaklanmış, defin yapılacağı köyler ise ablukaya alınmıştır. Süleyman Soylu ve onun nazarında devlet, ölü bedenlerden dahi bu denli korkarken bir taraftan da yapılan feda eylemlerini açıklamaları ile değersizleştirebileceklerini düşünmektedirler. Soylu’nun,“Ve şimdi araştırıyoruz, bunları cezaevinde, bunlar astılar” diyerek tahrif etmeye çalıştığı eylemleri yapanların ölü bedenlerinden dahi korkmaktadırlar, durum aslında bu kadar nettir. Tutuldukları körlük, yargı ve kolluk tarafından gerçekleştirilen saldırılar, manipüle etme çabaları düştükleri acizliği göstermektedir. Kendi yazılı hukuklarını uygulama noktasına gelmeleri talep edildiğinde dahi saldırmak ve karalamak dışında bir yöntemlerinin kalmadığı bir kere daha anlaşılmıştır.

Ancak tüm çabaları sonuçsuz kalacaktır. Açlık grevi direnişleri çürümüş ve yönetemez hale gelmiş Türk devletine etkili bir darbe olmuştur. Darbenin büyütülmesi ve taleplerin kabul edilmesi, direnişin toplumsallaştırılmasına, büyük örgütlülüklere dönüştürülmesine bağlıdır. Devletin açlık grevi direnişlerine ilişkin tüm korkuları ve anında müdahaleleri eylemlerin bu yönde taşıdığı potansiyelden gelmektedir. Bu direnişi bizzat bedenleriyle büyütenlerin çağrılarına ve açlık grevinde ölümsüzleşenlerimizin anılarına, direniş kitleselleştirilerek ve örgütlülüklere dönüştürülerek yanıt olunabilir, sahip çıkılabilir.