Ortadoğu’da “Bir yemeğin davetli listesinde olmak” ya da “menüsünde yer almak”!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde dilinden düşürmediği Lozan Anlaşması ve Misak-ı Milli tartışmalarının hedefinde, 16 Ekim’de Musul’da DAİŞ’e karşı başlatılan ABD güdümündeki operasyondan pay kapma kaygısı öne çıkıyor. “Musul ve Kerkük bizimdi, tarihi yanlışlar yapıldı”, “Devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş değiliz” söylemleri ile ülkedeki muhafazakar ve milliyetçi kesimler üzerinden taban bulmaya dönük bu açıklamalar da kabaca el altından Mustafa Kemal ve şürekasına dönük atıflarla hem Kemalizm’den çekmiş kimi muhafazakar ve “Enver Hoca”cı kesimler şahlandırılıyor hem de CHP’nin başını çektiği “laik Kemalist muhalefet”e sahte muhalefet gündemleri üretiliyor.

Ancak dikkat çekilmesi gereken en temel noktalardan biri AKP’nin TC’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’e karşı olmadığı, aksine bunun devamcılığını üstlendiğidir. Çünkü Kemalizm her ne kadar Türk hakim sınıflarının bir kliğinin menfaatlerini temsil ediyor görünse de, yeni kurulan Türk devletinin resmi ideolojisi olarak kabul görüldüğü oranda, bir bütün olarak Türk hakim sınıflarının başta işçi sınıfı ve köylülerin, Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlerin ulusal mücadelesi olmak üzere kendisine karşı gelişebilecek her farklı itirazın ezilmesinin ideolojisi olmuştur. Kemalizm; Türk hakim sınıflarının kendi sınıfsal çıkarlarının bekası açısından faşist bir diktatörlük kurmalarının ve bu aygıtının uygulamalarının meşrulaştırılmasının ve yeniden üretilmesinin adı olmuştur. Kemalizm’in Türk hakim sınıfları arasındaki klik mücadelesinde ön plana çıkartılan farklılıkları ise öze ilişkin değil, daha çok biçimsel politik alana ilişkin olmuştur.

Kemalizm, resmi bir ideoloji olarak Türk hakim sınıflarının elinde halka karşı saldırıda, Kürt ulusuna ve diğer azınlık milliyetlere karşı saldırganlıkta ortaklaştıkları ama kendi aralarındaki klik dalaşında kimi itilaflı konularda farklılaştıkları bir “resmi ideoloji” olmuştur. Ki bu yöntem farklılıkları, Türk hakim sınıflarının kendi aralarındaki klik mücadelelerinde malzeme konusu olmuştur. Bahsi geçmeyen, tartışma konusu dahi yapılmayan tek şey, Kemalizm’in sınıfsal karakteri, faşist özü, Türk-Kürt uluslarından emekçi halk üzerinde sömürü ve baskısı ve nihayet emperyalizmin işbirlikçiliği-uşaklığıdır.

Buradan doğru bakıldığında, AKP’nin tüm bu görevleri eksiksiz yerine getirdiği aşikarken, AKP’yi Kemalizm’e karşı bir iktidar olarak görmek açık bir yanlış olur. Aksine AKP’nin Kemalizm’e yaptığı katkılar, Kemalizm’in güncel bir hal almasını sağlamıştır.

 

Musul yeniden işgal demektir!

AKP’nin Kemalizm’i güncellediği temel konulardan biri emperyalizmin işbirlikçiliği-uşaklığıdır. 2014’te DAİŞ karşısında hiçbir direniş sergilemeden, aksine bütün ağır silahlar ve savaş araçlarını DAİŞ’e hediye ederek bölgeyi bu tecavüzcü-katil sürüsüne bırakan Irak hükümeti, bugün efendisi ABD ile birlikte Musul’a operasyon başlattı.

1 milyondan fazla insanın yaşadığı Musul’da bu operasyonlar daha şimdiden binlerce kişinin bölgeden göç yollarına düşmesine, yüzlerce kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı bile… Rusya ve Suriye rejim güçlerinin ortaklığında harabeye çevrilen Halep gibi, emperyalistlerin güç gösterisi yaparken şehri yok etmeyi bile göze aldıkları Musul operasyonu, Suriye’de giderek etkin hale gelen Rusya’ya karşı ABD’nin bir üstünlük gösterisidir, küresel emperyalist güçler arasında avantaj kazanmak isteyen ABD’nin Irak’ı yeniden işgal operasyonudur.

1 milyondan fazla insanın yaşadığı Musul’a düzenlenen bu operasyona katılabilmek için her türlü rica, tehdit ve hakareti yapan ama operasyona açıktan katılma “hakkını” kazanamayan AKP ise bu savaş ve işgal politikalarıyla ülke halkını da kendisi gibi büyük bir felakete sürüklemekte, ekonomik ve siyasi krizi derinleştirmektedir.

Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta var: Her ne kadar AKP, Musul operasyonunda “oyuna dahil edilmedi”yse de, ABD ile yapılan görüşmelerde Suriye ve Irak’ta varlığı ile ilgili kısmi onay aldığı söylenebilir. Irak yalanlasa da ABD Savunma Bakanı Aston Carter’in, Erdoğan’la yaptığı görüşmenin ardından Türkiye ile Irak’ın prensipte anlaştığını belirterek, “Türkiye’nin olası rolüyle ilgili detaylar henüz tam olarak belli değil. Irak’ın onay vermesi gerekiyor” açıklaması, bu görüşmenin ardından TSK tanklarının İdlip’e girerek 3 gün gösteri yapması ve buradan halkın tepkisi ile geri çekilerek Êfrin sınırına konuşlanması, Başika’daki varlığını/işgalini sürdürmesi… bunun göstergesidir. Kürt ulusunun kazanımlarını ne olursa olsun yok etme anlayışı ile hareket eden TC devleti, Irak’ta Osmanlı hayallerini yeniden canlandırma çabasını sürdüredursun, politikalarının temeline Rojava’yı işgal planlarını koymuş ve her fırsatı bunun için kullanma eğiliminde…

 

Adınız direniş listesinde yoksa, teslimiyet menüsüne bakın!

Ancak Ortadoğu coğrafyası, “Osmanlı torunuyuz” naraları atmakla yer edinilebilecek, işgal edilebilecek bir alan değildir. Geçtiğimiz günlerde bir konferansta, güvenlik uzmanı Can Kasapoğlu’nun şu sözleri, bir Ortadoğu gerçekliğidir aslında: “Ortadoğu’da önemli bir yemeğin davetli listesinde adınız yoksa bir de menüye bakın. Adınız orada olabilir!” Hiçbir ülke emperyalist-kapitalist sistem karşısında örgütlü bir mücadele içerisinde olmadıkça, bu kurtlar sofrasının menüsünde olma ihtimalinden azade değildir çünkü!

Ortada bir işgal ve savaşın derinleşmesi söz konusu iken emperyalist-kapitalist devletlerin akbabalar gibi başına üşüştüğü Suriye ve Irak’ta “davetli” olmayan TC devleti, freni patlamış bir şekilde felakete sürükleniyor. Ama bunu yaparken de diğer tüm işgalci devletler gibi Irak, Suriye ve Türkiye halklarının kaderiyle oynuyor ve bu felaketin tüm faturası halkların sırtına yüklüyor.

Bu faturayı ödemeyi reddetmek, bugün daha büyük sorumluluklar almayı, ataletten sıyrılmakla, kambura dönüşen beklemeciliği kesip atmakla mümkündür. Ortadoğu’nun ateşi ülkeyi tutuştururken, Ortadoğu coğrafyasındaki savaşta kazanımlarını koruma ve geliştirme çabasındaki Kürt ulusal güçleri ile yan yana durmakla mümkündür! Aksi durumda Kasapoğlu’nun sözlerini devrimci ve ilerici güçler açısından da söylemek mümkündür: “Ortadoğu’da önemli bir direnişin listesinde adınız yoksa bir de teslimiyetin menüsüne bakın. Adınız orada olabilir!