“Önce kadınları vurun” diyenlere cevap kadın direnişidir

OHAL’in etki edeceği alanlardan birinin kadın ve LGBTİ mücadelesi olduğu, kadınların senelerdir verdiği mücadelenin kazanımlarının hedef alınacağı sürecin başından beri biliniyor, kadın ve LGBTİ kurumları bunu tartışıyor ve buna karşı kazanımlarına sahip çıkma eksenli bir mücadele yürütüyorlardı. Erkek egemen devlet gerçekliği son bir yıl içerisinde bu konuda çok ciddi adımlar atmış ve dirençle karşılaşınca geri adım atar gibi yapmıştı ancak, kadınlar da biliyordu ki, bu geri adım atma taktiği sokakta verilen örgütlü ve güçlü bir mücadele olmadığı müddetçe daha ciddi bir şekilde yeniden gündeme gelecekti.

Bu mücadelenin en önemli kazanımlarından biri Kürt kadın hareketinin militan ve çok ağır bedeller karşılığı verdiği mücadelesinin ivmesiyle yakalanan eşbaşkanlık sistemi, belediyelerde kadın merkezileri vb.di. Ancak Türkiye Kürdistanı’nda DBP’li belediyelere dönük atanan kayyumların ilk yaptığı iş, eşbaşkanlık sistemini yok saymak, açılan kadın merkezlerini ve kreşleri kapatmak oldu. Kayyumların, Kürt kadın mücadelesinin deneyimlerini hedeflediği ve kadınların toplumsal kazanımlarına göz koyduğu örneklerden biri de Cizîr oldu.

Neredeyse yok edilmiş bir kentin kadın birikimine, tarihine de göz koyan erk-ek devlet, belediyeye bağlı “Sitiya Zin Kadın Danışma Merkezi”ni kapatmakla kalmayıp kapısına nefretini kusarcasına duvar ördü. Bununla da yetinmedi; buranın çalışanlarını görevden alıp temizlik işlerine, yani erkek egemen zihniyetin, patriarkal sistemin kadına reva gördüğü; eşitsiz toplumsal cinsiyet rollerine “uygun” bir işe verdi! Yoksul ve emekçi Kürt kadınlarına politika yapmanın kapısını duvarla örerken, “hadi işine bak, temizliğini yap” denilerek kadın mücadelesine de kayyum atamaya çalıştılar.

 

Kadın birikimi ve direniş tarihi hedefte

OHAL’in güçlendirdiği erk-ek devletin kadın birikimine, tarihine göz koyduğu (özelde de Kürt kadın mücadelesinin) örneklerden biri de Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın, eşbaşkan Fırat Anlı ile birlikte gözaltına alınması oldu. Eşbaşkanlık sistemini tanımamasına karşın belediyelere dönük saldırılarında eşbaşkanlık yapan tüm Kürt siyasetçileri hedef alan, gözaltı ve tutuklama saldırılarından bağımsız tutmayan devletin Gültan Kışanak’ı gözaltına alması, bu politikasının bir devamı elbette… Ancak 9 Ocak 2013’te Paris’te bir MİT elemanı tarafından 2 kadın yoldaşı ile katledilen Sakine Cansız gibi Gültan Kışanak ile hedeflenen de Kürt mücadelesinin kadınlarda somutlanan mücadele deneyimi ve tarihidir.

Gültan Kışanak, bir bütün Kürt ulusal özgürlük mücadelesi ile özdeşlemiştir ve ödediği bedellerle bu hareketin önemli kadrolarından biridir. Gültan, Kürt mücadelesinin sıçrama noktalarından biri olan Diyarbakır Zindanlarında işkenceden geçmiş, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca Kürt özgür basını yaratma, koruma ve geliştirme mücadelesinde ön saflarda yer almıştı. Kürt kadın mücadelesinin erkek egemen zihniyetle hem devlete hem topluma hem de örgütlü erkeklere karşı verdiği mücadelenin bir parçası ve görünen bir yüzü olmuştu. Yine Kürt hareketinin hem mecliste hem de yerel yönetimlere ilişkin politikanın üreticisi, yaşama geçiricisi ve en ön saflarda her türlü bedeli göze alarak savunucusu olmuş ve bu yüzden “şahin kanat” olarak adlandırılmıştı.

Sadece Gültan Kışanak değil, KJA Dönem Sözcüsü Ayla Akat da aynı günlerde gözaltına alınmış ve Kürt kadın hareketine gözdağı verilmek istenmiştir. Ancak buna karşı kadınların Amed sokaklarında verdiği mücadele, polisin saldırılarına karşı duran, aynı zamanda birbirini savunan ve gözeten direnişi ile bu gözdağına karşılık verilmiştir. Kürt kadın hareketi, bugünlere kolay gelmemişti ve görünen o ki, kazanımlarını ve deneyimlerini de teslim etmeye niyetli değildi!

Dünyanın ilk kadın haber ajansı olarak yayına başlayan ve Virginia Woolf’un “Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın” sözünü şiar edinen Jin Haber Ajansı’nın 675 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında kapatılması ve 29 Ekim akşam geç saatlerde KHK’nin yayınlanmasının ardından 30 Ekim’in erken saatlerinde ilk olarak Amed’de bulunan bürosunun mühürlenmesi ise erk-ek egemen faşist devletin bir diğer saldırısı oldu.

Son günlerde gündeme düşen, neresi olduğu bilinmese de TC askerine ait olduğu açık olan görüntülerde iki kadın gerillanın cinsiyetçi küfürler eşliğinde infaz edilmesi, daha önce yine yaralı yakalanan bir kadın gerillaya asker tarafından taciz ve işkence edilmesi, hapishanelerde ve karakollarda politik kadınlara dönük yaklaşımlar, şort giydiği için bir kadını tekmeleyen adamın serbest bırakılabilme gerçekliği… OHAL ile yaratılmak istenen tabloda “Önce kadınları vurun” talimatının hayata geçirildiği bir formatı hatırlatıyor.

Bunun bir örneği de 27 Ekim günü gözaltına alınan ve hala gözaltında oldukları bilgisi dışında bilgi edinilemeyen Yeni Demokrat Kadın aktivistleri Sinem Özkan ve Elif Kaya’nın gözaltına alınmasıdır.

 

“Önce kadınları vurun” talimatını uygulayan tek başına devlet değil!

Eileen MacDonald’ın 25 yıl önce yazdığı kitabın adı olan “Önce kadınları vurun” söylemi, Batı Almanya’da “anti-terörist birliklere” verilen bir emir olarak aktarılıyor. Ancak yazarın belirttiği gibi kimse böyle bir emri almasa ve almadığını iddia etse de yine kitapta yazara konuşan bir istihbarat elemanı olan Christian Lochte’nin “Hayatını seven herkes için önce kadınları vurmak çok akıllıca bir düşüncedir” sözleri bunun yaşama geçirilen bir politika olduğu gerçekliğini ortaya seriyor.

Kadınların politikleşmesine, politika üretmesine, mücadelenin her safhasında yer alarak ayağa dikilmesine, yazmasına, kendi tarihini ve kültürünü yazmasına en az DAİŞ’in arkaik yöntemlerinde açığa çıktığı kadar düşman olan TC devleti de bugün “Önce kadınları vurun” talimatını yerine getiriyor. Erdoğan için silahlanma çağrılarının yapıldığı, silahlı sokak çetelerinin örgütlendiği ve bir bütün OHAL’le toplumsal çöküntü hedeflediği bir dönemde bunun önemli bir politika olduğu açıktır. Ancak burada altını çizmemiz gereken önemli bir konu var ki, kadınların ilk hedef olarak alınmasının temel nedenlerinden biri kadınların toplumsal baskı ve ezilmişlik konumu nedeniyle taşıdıkları devrimci dinamik olmakla birlikte; erk-ek devletin toplumla sağladığı ortaklaşmadan aldığı güç de politik kadınları hedef tahtasına oturtulmasına kolaylık sağlıyor. Keza hedef tahtasına oturtulan politik kadın mücadelesine ilk taşı atan da devrimci, demokrat ya da yurtsever mücadele içerisinde yer alanlar oluyor. Ardından toplum taş yağmuruna tutarken devletin işi kolaylaşmış oluyor.

Kadın mücadelesine “laf edebilmek”, onu “mahkum edebilmek”, ona “engelleme” koymak bu kadar “rahat” olmasının erk-ek devletin işine yarayan ciddi yönleri olduğunu görmek için MLM bilimi konusunda tahsil yapmaya elbette gerek yok. “Önce kadınları vurun” talimatını görüp buna karşı çıkmanın yönü tüm bu ayaklarının kesilmesi ile mümkündür. Halihazırda katledilen, cinsel saldırılara maruz bırakılan, tekme atılan, vajinasına ya da kafasına sayısız kurşun sıkılarak infaz edilen, politik olduğu için hedef alınan her kadının vebali erkek egemen toplum üzerindeyken, kadınların her söz, eylem, biat etmeme vb. tutumunun doğrudan devletin temellerine dokunduğu kim ne derse desin açıktır.