Գիշերային ռեքվիեմ
…Կ՚ անձրեւէ, տղաս… աշունը թաց է,
Ուրկից հայտնվեց կախաղանը այս.
Գիշերը ամբողջ աչքերս բաց են,
Քեզ որտե՞ղ տարան, ի՞նչ արին տղաս:
Անխռով անցավ մեր ողջ ցերեկը,
Մինչ այնտեղ՝ ճոճվող քո մարմինն էր սառ…
Մեզ համա՛ր էիր որոնում ելքը,
Մոլորված, մոլի սակայն մեզ համար:
Այդ դու՛ չմեռար, մենք ենք մեռածը,
Մենք՝ մեղկության մէջ հափրացած սերունդ.
Կ՚անձրեւէ, տղաս… Աշունը թաց է,
Թաց՝ աչքերուն պես խեղճ, խաբված սերունդ… (*)
Bu devletin hanesine eğer bugün barbar olarak yazılmışsa boşuna değildir. Osmanlı ile Cumhuriyet tarihini bu yüzden barbarlık tarihi olarak adlandırırsak abartılı söylememiş oluruz. İlhak, yağma ve talan ile anılan geçmişle övünenler aslında, bütün gelip geçtikleri bu coğrafyanın her karesinde kan, gözyaşı ve zulümden başka övünülecek hiçbir şey olmadığını fark edemeyecek kadar kördür ya da zaten övündükleri tam olarak bu barbarlık halidir. Haliyle bugün yaşanılan sancılı süreç, güvensizlik, uluslararası alanda tecrit olmuşluk yüz yılın vermiş olduğu bu yargının sonucudur.
Bunun adı barbarlıktır. Nazım Hikmet bu durumu “alnımıza sürülen kara leke” olarak şiirlerine dökmüştür. Ama Nazım Hikmet’e sahip çıkanlar “Akşam Gezintisi” şiirinden bu bölümü çıkararak yayınlarlar. Ama nafile!
“… bakkal Karabet’in ışıkları yanmış,
Affetmedi bu Ermeni vatandaş,
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına…”
Övündükleri kanlı tarihlerinde muhalif, isyan eden, hak arayan mazlum halklar kırımdan geçirilmiş, halkın öncüleri ise en ağır cezalara mahkum edilip, idam ile infaz edilirken, idam ile her şeyin son bulacağını düşünmüşler ama yanılmışlardır. 15 Haziran 1915 yılında Beyazıt meydanında idam edilen 20 SDHP (Sosyal Demokrat Hınçak Partisi) devrimcisi ile başlayan, 12 Eylül 1980’e kadar devam eden devrimcilerin idamları, istenilen “dikensiz gül bahçeleri”ni yine oluşturamamıştır. Haklı, meşru, onurlu mücadele hız kesmeden proletaryanın kızıl bayrağı bugünlere taşınmıştır. Her devrimcinin idamı göğüslerken gösterdiği görkemli direniş bir sonraki kuşaklara miras olarak kalmıştır.
“Sultan’a suikast” iddiaları ile tutuklanan SDHP üyesi yirmi fedai Beyazıt meydanında infaz edilirken Merkez Komitesi üyesi Madteos Sarkisyan (Paramaz), yoldaşlarına dönerek “Yoldaşlar, yiğitçe, başımız dik gideceğiz ölüme” dedikten sonra hepsi de ölümü kucaklarken direniş çağrısı yapmışlardır. Doktor Benne “Biz 20’leri asıyorsunuz ama arkamızdan yirmi binler gelecek”, Paramaz “Yaşasın sosyalizm, Yaşasın Ermenistan” diye haykırmıştır. Aram Açıkbaşyan’ın “toplu gömülme” vasiyeti üzerine, herkes idam edildikten sonra, atlı bir yük arabasına, üst üste yüklenerek Edirnekapı Ermeni Mezarlığı’na gömülmüşlerdir.
Barbarlar kendini Seyit Rıza’nın idamında da göstermiştir. İlerlemiş yaşına bakılmaksızın yaşı küçültüldü. Oğlu Resik Hüseyin ise küçük olmasına aldırış edilmeden yaşı büyütülerek idam edildi. Son istekleri yerine getirilmedi. Barbarlar cenazelerini bilinmeyen bir yere gömdüler. O gün bugündür mezar yeri “devlet sırrı” olarak kalmıştır.
12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın idam ettiği elli kişiden birisi olan Levon Ekmekçiyan bu toprakların yabancısı değil, öz be öz gerçek yerlisidir. Anadolu’nun kadim topraklarından tehcir edilen, önce Suriye çöllerine sonradan Lübnan’a yerleşmiş Adanalı ailelerdendir. Babası ise Adıyaman Ermenilerindendir. Nazım Hikmet yine Adana kıyımlarını şiire dökerken şöyle yazmıştır:
“… Adana kıtali köylere,
Tarsus sokakları cesetlerle doludur…”
Ekmekçiyanlar 1915’te evlerini sırtlarına alıp ölüm yolculuklarına zorlanırken, 1982’de yine Ekmekçiyan Ermeni davasını sırtlamış, ölümü göze alarak Ankara’ya hesap sormaya gelmiştir. Ermeni davasının bugün dünyanın elliden fazla ülkesinde soykırım olarak kabul edilmesinde kuşkusuz Fedai Hareketi’nin mücadelesinin etkisi bulunmaktadır. Kan ve can pahasına bedel ödenerek dünya halklarına Ermeni soykırım davası duyurulmuş, soykırımda ısrar eden TC devletinden hesap sorulması istenmiştir. Aynı zamanda uluslararası alanda soykırımın kabul edilmesi için siyasi sürecin başlamasına vesile olmuştur.
Devrimci hareketin ağır darbeler aldığı, cezaevlerinin dolu olduğu, faşist diktatörlüğün azgın terör estirdiği bir dönemde Fedai Hareketi’nin Garin (Erzurum) grubu tarafından başkent Ankara’da 1982 yılında, başbakan Bülent Ulusu’ya karşı yapılmak istenen intikam ve cezalandırma eylemi, başarısızlıkla sonuçlanmış, Zohrab Sarkisyan ölü, Levon Ekmekçiyan ise yaralı olarak ele geçirilmiştir.
Ve barbarlık…
Toplam 5 aylık tutukluluk süresinden sonra idam edilirken, 3 ayı cuntanın başı Kenan Evren’in damadı Erkan Gürvit tarafından sorgulanarak, ağır işkencelere maruz kalarak geçirmiştir Ekmekçiyan… Faşist işkenceci Gürvit “yaralı ele geçen ASALA militanını 3 ay sorgulayan tek kişiyim” diye övünmüştür sonrasında. Ölüme gidene kadar yaralı ve bitap düşmüş hali gazetelerde, mahkeme salonlarında dikkat çekmiştir.
Avukatının olmadığı, göstermelik olarak oluşturulan askeri mahkemelerde tek celselik duruşmada hukukçuların itirazına rağmen hakkında idam kararı verildi. Ailesi ve dış dünya ile ilişkisinin koparıldığı, basında, televizyonlarda hakkında yaratılan itibarsızlaştırma, ırkçı, şoven kampanyalar aynı zamanda Ermeni halkı üzerinde derin korku ve sindirme politikaları yaratmada doruk noktasına ulaşma amacını taşımıştı. Bu durumdan etkilenen bir Ermeni vatandaş kendini Taksim’de yakacak duruma kadar getirildi. Bu yönüyle 12 Eylül Türkiye’de Ermeni göçünün en çok olduğu dönem de olmaktadır.
Diyarbakır ve Metris cezaevlerinden sonra en vahşi askeri yaptırımların merkezi haline gelen Mamak Askeri Cezaevi’ne götürülmüştür Ekmekçiyan. Buranın 12 Eylül “müdürü” ise müdürlüğüne getirilen Raci Tetik’ti. Ki kendisi özel harp dairesi elemanıdır. Kıbrıs savaşına katılmış, gaddarlıkları ile ün yapmış, terfi edince Mamak Cezaevine Kenan Evren tarafından özel olarak atanmıştır. Ekmekçiyan burada sadece idamlıkların kaldığı 34 nolu koğuşta izole ve tecrit şartlarında yaşamaya zorlanmış, tek başına dünyayla ilişkisi kesilmiştir. 29 Ocak 1983 yılında idama götürülürken dahi dövülmüş, yerlerde sürüklenerek hasta ve yaralı olarak darağacına çıkarılmıştır. Darbenin başı bu durumu miting meydanlarında “asmayalım da besleyelim mi” diye propagandasını yapmaktan geri durmamıştır.
Ekmekçiyan ailesinin Levon Ekmekçiyan’ın naaşının teslim alınması ve Ermeni gelenek ve göreneklerine göre toprağa verilmesi talebi İHD Derneği Başkanı Eren Keskin tarafından Türk makamlarına iletilmiştir. Halen devam eden Ermeni tabusundan dolayı davayı kolay kolay hiçbir hukukçunun üstlenememesi halen sorun olarak devam etmektedir. Ekmekçiyan ile Zohrab Sarkisyan idam edildikten sonra Ankara Cebeci Asri Mezarlığında Kimsesizler bölümünde, yerini devletin dışında kimsenin bilmediği bir yere isimsiz olarak gömüldüler.
Cenazenin Türk yetkilileri tarafından ailesine teslim edilmesi kabul edildikten sonra Ermeni soykırımının 100. yılına denk gelen 2015 tarihinde “Ekmekçiyan ailesi cenazelerine kavuştular” şeklinde Türk kamuoyunda çıkan haberlerin yalan, dünya kamuoyuna şirin görünme amacıyla verilen bir mesaj olduğu, Ekmekçiyan’ın kardeşinin Yerevan’da basın toplantısıyla kamuoyuna yaptığı açıklamalarla ortaya çıktı.
Fransa’ya nakil edilmesine izin verilen naaşın, otopsi raporları o korkunç tabloyu ortaya çıkarmıştır. Kimsenin hayal edemeyeceği, beklemediği barbarlık yakıştırmasının dahi hafif kaldığı durum ile karşı karşıya kalınmıştır. Devlet, Ekmekçiyan’ın cenazesinin Fransa’ya aile kabristanına nakil edilerek defnedilmesine tahammül edememiş, diaspora Ermenilerinin Ekmekçiyan’ın cenazesine güçlü bir şekilde sahiplenileceğinden korktuğu için barbarca yol ve yöntemleri devreye sokmuştur. Ailesine Ekmekçiyan’ın naaşı diye vermiş olduğu cenazenin “köpek kemikleri ile farklı insanlara ait kemikler” olduğu Fransa Adli Tıp raporları sonucu çıkmıştır. İki yıl yapılan araştırmalar sonucunda aileden alınan DNA örnekleri ile karşılaştırılan naaşın aynı olmaması, barbarların yüzünü ortaya çıkarmıştır. Öyle ki hiçbir yetkilinin aksi yönde bir açıklama yapmaması “sukut ikrardan gelir” sözünü doğrulamıştır.
Son zamanlarda yaşadığımız sancılı süreçte tüm insanlık değerleri ayaklar altına alınmış dünyanın gözleri önünde devam etmektedir. Cenazelere, mezarlıklara saldırılar, ölüm karşılığında yasını tutamamak, mezar yeri mezar taşı olmayan, en son cenazeye insani görevini yerine getirilmesine müsaade etmemek ve bunun ömür boyu acısı ile yaşamak kadar dünyada acı bir durum yoktur diyebiliriz.
Bu barbarlık karşısında Levon ile Zohrabları 36. ölüm yıldönümünde saygıyla anarken darağaçlarında kaybettiğimiz, kimsesizler mezarlıklarında fiziksel bir kimsesizliğe mahkum edilen ama mücadelenin nireng taşları olmaya devam edecek olan devrimcileri de unutmadığımızı bir kez daha söylüyoruz. Mezar taşları, mezar yerleri olmasa da onlar yaşıyorlar, sonsuza dek yaşayacaklar!
Bir Partizan okuru
* Ermenistan ve Sovyetlerin tanınmış şairlerinden ve aynı zamanda Nazım Hikmet’in arkadaşı olan Silva Gabudikyan’ın Levon Ekmekçiyan için kaleme aldığı “Akşam Duası” şiiri. Şiirin Türkçesi şu şekilde:
Akşam Duası
Yağmur yağıyor evladım sonbahar yaştır,
Nerden çıktı şimdi bu idam sehpası.
Gece boyunca gözlerim açık
Nereye götürdüler seni, neler yaptılar sana evladım
Biz gün boyunca huzur içindeydik,
Oysa senin orada sallanan vücudun buz kesmiş
Bizim için bir çıkış yolu arıyordun,
Yolunu şaşırmış, ihtirasla, yine de bizim için
Orada ölen sen değilsin evladım, esas ölü olan bizleriz
Rehavetten gevşemiş bizlerin nesli.
Yağmur yağıyor evladım sonbahar yaştır,
Zavallı aldatılmış neslin ıslak gözleri gibi
Silva Gabudikyan
Türkçesi: Vilma Kuyumciyan