Son yaşanan gelişmeler gerek Türkiye’de ve gerekse de dünya üzerinde hakim sınıfların bir yönetememe krizi içinde olduklarını gösteriyor. Çok değil birkaç on yıl önce “tarihin sonunun geldiği ve ideolojilerin öldüğü” tespitiyle aslında neo-liberalizm güzellemesi yaparak komünizme saldıran F. Fukuyama’nın “Karl Marx’ın ifade ettiği kimi şeylerin doğruluğu ortaya çıkıyor” deyip, “sosyalizmin şart” olduğundan dem vurmaya başlaması bununla ilgilidir. (25.10.2018) Bu gerçek bizlere son süreçte dünya çapında yaşanan gelişmelerin, artan çelişkilerin arka planına dair bir fikir de vermektedir. Emperyalist kapitalist sistemin uygulamaya koyduğu politikalar,başta işçi sınıfı ve ezilen halk kitleleri olmak üzere insanlığın şu anına ve geleceğe dair büyük bir karamsarlık ve öfke yaratmış durumda.
Emperyalist kapitalist sistem, içinde bulunduğu yapısal krizi aşmak adı altında dizginsizce neo-liberal ekonomik politikaları hayata geçirmeye devam ederken, bu politikaları en iyi uygulayacak figürleri de iş başına getiriyor. Trump’tan, Macron’a uzanan çizgideki politikacı figürü, bu gerçeğe işaret ediyor. Bu figürlerin ortak özellikleri arasında, emperyalist kapitalizmin neo-liberal politikalarını uygulama başta olmak üzere, ırkçı, göçmen karşıtı, kadın düşmanı vb. vb. olmalarının yanında, hemen hemen hepsinin sahte“düzen karşıtı” söylem ve tavırlar içinde olmaları bulunmaktadır. Bu politik figürler, kendilerini var eden düzenin bir ürünü oldukları gerçeğinin üzerini ısrarla örtmekte ve tam da temsilcisi oldukları sistemin ürünü olan sonuçlardan hareketle emperyalist kapitalist sistemin yeniden üretilmesine hizmet etmektedirler.
Böylelikle emperyalist kapitalist sistemin uygulamaya koyduğu politikaların doğal birer sonucu olarak ortaya çıkan çelişkiler,sistemin kendini yeniden üretmesinin aracı olarak kullanılmaktadır. Dünya çapında işsizliğin, yoksulluğun, açlığın artması, iklim koşullarının değişmesi, bölgesel savaşlar ve mültecilik vb. bütün olumsuzluklar, bir yandan aşırı sağın, ırkçılığın, göçmen karşıtlığının ve nihayetinde faşizmin yükselmesine hizmet ederken, diğer yandan kapitalist emperyalist sistemin yönetememe krizi içinde kendini yeniden üretmesine zemin sunmaktadır.
Kitleler içinde bulundukları koşullara ve kendilerine dayatılan politikalara tepki duymakta, son olarak Fransa örneğinde olduğu gibi isyanlarını sokak eylemleriyle dile getirmektedirler. Ancak doğru siyasal çizgiden yoksunluk, uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu durum vb. bu tepkinin ve yer yer sokağı zapt eden öfkenin, kararlı bir emperyalist kapitalist sistem eleştirisine ve mücadelesine dönmesinin önünde en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır. Kısacası dünya çapında yaşanan gelişmelere baktığımızda, “Marks’ın köstebeği”nin ısrarla kazmaya devam ettiğini görmekteyiz. Ancak köstebeğin bu ısrarlı kazışının proletarya ve ezilen dünya halklarına sınıfsal anlamda bir kazanımı olabilmesi için uluslararası komünist hareketin dersini iyi çalışması gerekliliği de bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır.
Dünya çapında yaşanan bu çelişki, kendisini yarı sömürge ülkelerde de hissettiriyor. Başta işsizlik, açlık, yoksulluk olmak üzere bir dizi çelişkinin ortaya çıkmasının nedeni olan düzen savunucuları, adeta birer kurtarıcı görünümünde ortaya çıkıyor ve “tek adam” yönetimi altında faşist diktatörlüklerin kendilerini yeniden örgütlemelerine canla başla hizmet ediyor.Hindistan’da faşist Modi hükümetinin icraatları, Brezilya’da Bolsonaro’nun seçilmesi ve nihayetinde ülkemizde R.T. Erdoğan’ın yönetiminde faşist diktatörlüğün artık iyiden iyiye azgınlaşan saldırganlığının altında bu gerçek yatıyor.
Türk Hakim Sınıfları En Güçsüz Dönemini Yaşıyor!
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin, iş cinayetlerinin,artan enflasyonun ve pahalılığın, yoksulluğun sorumlusu faşist diktatörlük ve onun şu an dümeninde olan R.T. Erdoğan ve hempaları değilmiş gibi bir “algı operasyonu” yürütülüyor, “dış güçler” propagandası tüm hızıyla sürdürülüyor. İş artık iyice çığrından çıkmış durumda, ki birbiri ardına “yasa dışı soğan” operasyonları yapılıyor.
Bu trajikomik durum beraberinde milyonlarca insanın faşist zulüm altında bulunması, on binlerce insanın KHK’larla işten atılması, yüzlerce işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesi, milyonlarca insanın işsiz (son 10 ayda İŞKUR’a başvuran işsizlerin sayısı geçen yıla oranla yüzde 27 artışla 3.2 milyon kişiye ulaştı. 10 ayda İşsizlik Ödeneği için 1.1 milyon kişi İŞKUR’un kapısını çaldı. DİSK’in açıklamasına göre geniş tanımlı işsizlik % 18’lere yani 6.3 milyonu aştı. 15.11.18), açlık ve yoksulluk içinde olması (Türk-İş’in Kasım ayı için açıkladığı rakamlara göre: Açlık sınırı 1.943, yoksulluk sınırı 6.328 lira oldu. Asgari ücretin, dört kişilik bir ailenin aylık harcamasına ancak bir hafta yettiği belirtildi.) ve nihayetinde yaşanan ekonomik krizin birinci dereceden sorumlusu kendileri değilmiş gibi, “tek parti diktatörlüğü” adı altında “kurtarıcı adam” rolüne soyunmalarını beraberinde getiriyor.Yaşananların birinci dereceden sorumlusu olan; gayet “usta”ca bir söylemle“kaymak tabaka”dan söz ediyor, ırkçı, şoven, faşist açıklamalarla Türkiye işçi sınıfı ve halkı içinde bölücülük yapıp, kendi saflarını tahkim etmeye ve iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Her fırsatta Gezi’yi anmaları, yoğun nefret ve bölücülük söylemi içinde halkı kin ve düşmanlığa sevk etmeleri, sahte Atatürkçülük ve andımız gündemleri eşliğinde “cumhur ittifakına devam” kararı almaları ve elbette her gün devam gözaltı tutuklama saldırıları gerçekleştirmeleri aslında Türk hakim sınıfları ve onların temsilcilerinin içinde bulundukları duruma işaret ediyor. R.T. Erdoğan ve stepne partisi MHP, “devletin beka sorunu”ndan bahsederken yalan söylemiyor, somut bir gerçeğe vurgu yapıyor. Bu türden açıklamalar beraberinde Türk hakim sınıflarının içinde bulunduğu duruma,çelişkilerin keskinliğine ve alttan alta kendilerine yönelik biriken öfkenin ve tepkinin kendileri tarafından farkındalığına işaret ediyor. Bu nedenle önlem almaya, köstebeğin yeraltı kazımına çare bulmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfı ve halka yönelik saldırganlıkları bu nedenledir! Devletlerinin beka sorununu bu kadar yoğun işlemeleri bu yüzdendir! İki de bir Gezi söyleminin dillendirilmesi var olan kaygının ve korkunun dışa vurumudur!
TC’nin son yüzyıllık tarihinde geldiği durum ortadadır.Ekonomik göstergeler bir krizden çok çöküşe işaret etmekte; Türk hakim sınıflarının, emperyalist klikler arasında çelişkilerden “bölgesel oyun kurucu”olarak yararlanma ve var olan hasarı en az boyutla atlatma çabası içinde olmalarını doğurmaktadır. Samanı bile ithal ederken, “yerli ve milli” üretim kampanyaları düzenlemeleri, emperyalist tekellerle en fazla iş tutanlar oldukları halde sahte emperyalizm karşıtı söylemlere başvurmaları; ekonomik krizden ve işsizlikten bunalan halkın öfke ve tepkisini yatıştırmak için ırkçı, şoven, faşist ve İslamcı söylem ve propagandalara hız vermeleri ve elbette kendi arkalarına yedekledikleri kitlelerin gazını alıp, saflarını tahkim etmeye çalışmaları bu yüzdendir. Bu yüzdendir aynı gemideyiz deyip gemiyi ilk fırsatta terk etmeleri. (TCMB’nın Eylül ayına ait Ödemeler Dengesi İstatistikleri’ne göre, yalnızca Ağustos ve Eylül aylarında yurtiçinde yerleşik yatırımcılar Türkiye’den 14 milyar dolar çıkardı.13.11.18)
Çaresizdirler ve bu çaresizlik hakim sınıfların bir yandan yalana dayalı propagandalarına ve manipülasyonlarına hız vermeye, işçi sınıfına ve halka daha fazla saldırmalarına neden olmakta; diğer yandan başta Suriye olmak üzere Kürt ulusunun kazanımlarına saldırmak için “terör” umacasına daha fazla sarılmalarına neden olmaktadır. İçişleri Bakanı S. Soylu’nun “87 bin 838 operasyon yapıldı, bin 289 terörist etkisiz hale getirildi” açıklamasındaki-eğer rakamlar doğru ise- 1 kişi için 68 operasyon yapıldığı ve korkunun ne boyutta olduğu net olarak anlaşılır. (15.11.18)
Kendileri birer proje olduklarından hareketle “proje terör örgütleri”nden dem vurup, Kürt düşmanlığını sürekli körüklemekten başka çareleri yoktur. Nitekim Türk hakim sınıflarının Suriye ve özellikle Rojava Kürtlerinin kazanımına yönelik tehditleri devam etmektedir. MGK toplantısından sonra yapılan yazılı açıklamada kullanılan “Irak’taki operasyonlar sürecek.Suriye’de meşru müdafaa hakkımız kullanılacak” ifadeleri bu gerçeğe işaret etmektedir. (27.11.18)
Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları durum ve iç politikadaki bu sıkışmışlık hali sınırların ötesinde emperyalist klikler arasında çelişkilerden yararlanma adına yeni maceralara atılmaları riskini içinde barındırmaktadır. Bugün on binlerce askerinin Suriye ve Irak’ın kuzeyinde operasyonel halde olan faşist bir askeri güçten bahsettiğimiz ve bu gücün son olarak Efrin’de de görüleceği üzere yağmacı, talancı, katliamcı bir güç olduğu bilinmelidir. (Tarım ve Orman Bakanı B. Pakdemirli, “Afrin’de biz gelirlerin bir şekilde bize geçmesini istiyoruz. Şu ana kadar gelen 600 ton ürün var” dedi. 17.11.18)
Köstebek Kazmayı Sürdürdükçe Zafer Kaçınılmazdır!
Türk hakim sınıfları ve onların temsilcileri bu korku ve kaygılar içinde yerel seçimlere hazırlanmaktadırlar. R.T. Erdoğan ve şurekası yerel seçimlere de ırkçı, faşist ve fetihçi propagandalar eşliğinde hazırlanmaktadır.Bu çerçevede MHP’ye yeniden iş tutarken sınır ötesi için deklare ettiği hedeflerden geri adım atmayacağı, her fırsatta bu söylemleri dillendireceği ve emperyalist efendilerinden icazet aldığında hiç düşünmeden yeni işgallere girişmek isteyeceği son derece açıktır.
Böylesi bir tablo içinde devrimci komünist hareket, işçi sınıfı ve halka yönelen saldırganlığı karşılamakla ve kendisini yeniden örgütlemekle karşı karşıyadır. Faşist saldırganlığın hakim sınıfların güçsüzlüğüne paralel giderek arttığı bir durumda, -bu son derece olumsuz koşullarda-, işçi sınıfına ve halkımıza verdiğimiz sözün yerine getirilmesi daha bir anlam kazanmaktadır. Ancak koşullar ne olursa olsun, gelişmelerin seyri ne kadar olumsuz seyrederse seyretsin, köstebeğin kazmaya devam ettiği durumda, kazanmamızdan başka sonuç yoktur. Tarihsel tecrübeler sadece yenilgileri değil aynı zamanda bu olumsuz koşullar altında zaferleri de yazmaktadır.
Lenin’in son derece net sözleriyle ifade edecek olursak: “Ve olanca enerjimizle bu çalışmaya koyulacağız. Sebat, ısrar, hazır olma, kararlılık ve yüz kez deneme, yüz kez düzeltme ve ne pahasına olursa olsun hedefe ulaşma yeteneği – proletarya Ekim Devrimi’nden on, on beş, yirmi yıl önce ve bu devrimden sonraki iki yıl boyunca özelliklerini geliştirdi, bu arada çok büyük yoksunluklara, açlığa, yıkıma ve yoksulluğa katlanmak zorunda kaldı. Proletaryanın bu özellikleri, proletaryanın kazanacağının garantisidir.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 9, s. 86)