KAYPAKKAYA: Bir kopuşun manifestosu!

Marksizm, en doğrudan ifade ile sadece bir bilgi yığını, bir analizler toplamı olarak kavranamaz. Onu, diğer toplumsal dönüşüm anlayışlarından kategorik olarak ayıran temel unsur; onun tarih bilimi ile devrimci hedefler arasından kurduğu somut bağda okunmaktadır. Bu anlamda da, bilginin ve pratiğin bütünü olarak Marksizm’in çekirdeğini sınıf mücadelesi teşkil etmektedir.

Marksizmin pratik ile kurduğu bu bağ, politikanın öncelliğini karşımıza çıkarmaktadır. Politika, Marksizm’in yıkmak için uzanan silahını ve kurmak için uzanan elini teşkil etmektedir. Marksizm’i, politikanın bir niteliği olarak alabilmek için ise, burjuva dünyasının fikirlerinden, felsefesinden, ideolojisinden ve tarih yazımından kopuşu önkoşul olarak kabul etmek gerekmektedir. Komünist ustaların tarihsel pratiği de, bu kopuş ön koşulunun delili niteliğindedir. En başta Marks ve Engels, çağın egemen fikirlerinden, felsefe ve tarih yazımından koparak bilimsel sosyalizmi inşa etmişlerdir.

Lenin için ise bu karakter, özellikle  2. Enternasyonal revizyonizmi ile kopuşunda gözlenebilir. Devrimi kapitalizmin ilerlemeciliğine bağlayan aydınlanmacı aklın Ulusal Sorun ve Savaş konusundaki revizyonist önermeleri karşısında Lenin, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı bir iç savaş çağrısı ile karşılarken, sadece 2. Enternasyonal’in şovenizminden değil çağın doktiriner Marksizminden de koparak devrimi gerçek kılabildi. Aynı tutum dünyanın bir başka coğrafyasında, hem de Kuruşçev revizyonizminin, kapitalizmi uygarlık türküleri ile andığı, barışçıl geçiş çığlıkları attığı bir dönemde Çin’den geldi. Mao önderliğindeki ÇKP, Marksizmi Çin’e özgüllerken, batılı Marksistlerin amentülerini bozan bir yöntemle, köylülüğü temel güç alarak ve gerilla savaşı ile bir devrimi muzaffer kıldı. Özel mülkiyetin yasaklandığı ve kalkınmacılığın temel alındığı bir sosyalizm anlayışının karşısına kitlelerin alazını hiç söndürmeyen bir BPKD ile dikildi.

 

Kaypakkaya’nın kopuşu

Konuyu Kaypakkaya’ya çevirdiğimizde ise, İbrahim Kaypakkaya’nın bu kopuş çizgisinin izleğinde olduğunu rahatça ifade edebiliriz. TDH’nin birçok öznesince de şimdilerde kabullendiği şekli ile Kaypakkaya coğrafyamızda ilk Marksisttir. Gelgelelim, tartışma tam da burada açılmaktadır. Zira, son yıllarda Kaypakkaya çokça tartışılmakta, onun Kemalizm, Kürt Ulusal Sorunu vb kategorilerdeki görüşlerinin hakkı teslim edilmektedir. Ancak, Kaypakkaya’yı buraya taşıyan süreç, onun pratik-politik yöntemi ve onda somutlanan diyalektik, yeteri düzeyde irdelenmemektedir.

Bu temelde açılması gereken ilk halka, onun Kemalizm ve Kürt Ulusal Sorunu çerçevesindeki tespitleridir. Ancak, konuyu açarken derdimiz bu tespitleri içerik bakımından değil yöntem bakımından irdelemek olacaktır. Zira, Kaypakkaya’yı Marksist kılan onu bu tespitlere ulaştıran devrimci diyalektik ve Marksist pozisyondur.

Kaypakkaya’nın Kemalizm ve Kürt Ulusal Sorunu çerçevesindeki tespitlerinin üstte tariflediğimiz kopuş karakterine sadık kaldığını belirtelim. Onun bu temeldeki yaklaşımını sadece bir karşıtlık olarak almak yeterlilikten oldukça uzaktır. O parçası olduğu coğrafyanın devrimci rotasını çizerken, çağın egemen fikrinden kopmayı, onunla hesaplaşmayı, geleceğe uzanmak adına geçmişin irdelenmesini önkoşul saymaktadır. Örneğin Kürt Ulusal Sorunu çerçevesinde Kaypakkaya, sadece çağdaşlarından daha ilerde pozisyon almakla kalmamış, yöntemiyle başkaca bir alana dahil olduğunu hissettirmiştir. Dönem itibari ile Ulusal Sorun, kimi öznelerce Misak-i Milli temelinde ele alınırken, kimi öznelerce ise devrim sonrasının bir meselesi olarak kavranmakta, muzaffer bir devrimin Kürtlere vereceği haklar yığını şeklinde tanımlanmaktadır. Bu da, pratik politikada ciddi hatalara kapı aralamaktadır. Kaypakkaya, “halk mı, ulus mu, ezilen ulusun emekçilerinin çıkarları mı” vb. kavram karmaşası içerisinde, verili koşullarda somutlanmış bir ulusal mücadele olmadan dahi, gelecekte bunun alabileceği rotayı görmüş ve ezen-ezilen çelişkisinde ikirciksiz tutumunu ortaya koymuştur. Bu berrak bakışının bir sonucu olarak Ermeni Soykırımı da Kaypakkaya’nın gündemi olabilmiştir.

Bu temelde çokça konuşulan bir örnek olarak Kaypakkaya’nın Şeyh Sait İsyanı ile ilgili sözleri gösterilebilir. Şeyh Sait İsyanı ile ilgili olarak dini karakteri, İngilizlerin desteği gibi suyu bulanıklaştıran tüm olgulara karşı Kaypakkaya ikirciksiz bir tutum almış ve “Bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı, emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz; böyle bir iddiayla bir ulusun ‘ezilmesi ve haksızlığa uğraması’ savunulamaz” diyerek sadece bir ulusal hareketin alabileceği tüm biçimler temelinde Marksist bir yaklaşım sergilemekle kalmamış, temelde yıkmaya yöneldiği devletin karşısında dost-düşman temelinde pozisyonunu da ortaya koymuştur.

Kaypakkaya açısından bir diğer temel kopuş ise Kemalizm’dir. Kaypakkaya’nın çözümlemesi, döneminin sol çevreleri açısından en ileride değil tam karşısında durmakta, Kemalizm’i halkın ilerici tarihinin bir parçası gören, Kemalizm’e devrimci payeler addeden kim varsa, arasına kapkalın bir çizgi çekmektedir. Kemalizm’in kapsamlı bu reddi, iki açıdan önemlidir. İlk olarak, Kaypakkaya Kemalizm’i reddederken, aslında bir tarih yazımını reddetmekte, ona ilerici payeler biçen, yaptığı kimi düzenlemelere -örneğin laiklik vb.- tarihsel ilerlemenin bir parçası addeden ve solun kazanımı sayan yaklaşımı baltalamıştır. Kaypakkaya tüm bunların karşısına komünist bir çözümleme koymuştur. O, tarihsel bağlarını anti-emperyalist olmadığı ayan beyan ortada olan bir burjuva ideolojisinden değil Karayılan’la kurmaktadır.

Diğer yandan ise, Kemalizm’e yönelik değerlendirmeleri esas itibari ile bir sınıf tahlilinin görüngüsüdür. Bu anlamda Kaypakkaya’nın Kemalizm’in faşist özünü ortaya koyarken onun hangi sınıf(lar)ın iktidarı olduğu, emperyalistlerle kurduğu ilişki vb. çıplak gerçeklerini de teşhir etmiştir.

Özellikle bu bakımdan Kaypakkaya’nın aydınlanmacılığın da karşısında konumlandığını belirtmeden geçemeyiz. Zira Kaypakkaya, Kemalizm değerlendirmelerinde de görünen şekli ile tarihsel ilerlemeciliği elinin tersi ile itmiş, nesnel gerçeği torna tezgahına oturtmuştur. Bu temelde bahsetmeden geçilemeyecek bir olgu olarak sosyo-ekonomik yapı tahlilini ele almak gerekmektedir. Kaypakkaya’nın Marksizm’i parçası olduğu coğrafyada özgülleme girişimi olarak sınıf tahliline yönelmesi, devrim gerçekleştirmeye aday olduğu coğrafyaya Marksist bir çözümleme sunma girişimi, tek başına onun politik yönteminin devrimci diyalektik olduğu göstermektedir.

 

Kaypakkaya ve BPKD

Kaypakkaya açısından kapsamlı ve köklü bir kopuşa zemin sunan temel, onun kişisel çabası ve yeteneğinden ziyade Mao Zedung ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin tarihsel mirasıdır. Zira, Kaypakkaya’nın teorik berraklığı ve sadece çağının egemen fikirleri ile değil çağdaşı devrimcilerle de sağladığı Marksist kopuş; onun politik-pratiğe girdiği dönemin ideolojik ve siyasal arenasındaki tarafı ve yerküredeki devrimci durum ile ilişkilenme biçimi ile ilintilidir.

Bu temelde coğrafyamızda Kaypakkaya ile somutlanan Maoizm’in, dönem itibari ile temsil ettiği noktayı açıklamakta fayda vardır. Bahsettiğimiz dönem, bir yandan Vietnam, Küba, Hindistan vb. ülkelerde güçlü devrimci süreçlerin yaşandığı, Avrupa’da öğrenci hareketlerinin ciddi çıkışlar ürettiği bir dönemdir. Stalin’in ölümü ile SBKP’yi esir alan Kruşçev revizyonizminin emperyalistlerle bir arada yaşama naraları attığı bir dönemde Mao, öncelikle çağın egemen Batı Marksizminden ciddi bir kopuşu temsil etmektedir.

Marksizm’in doktiriner kavranışının ve ezberlerinin aksine, Lenin’in izleğinden giden Mao, Büyük Çin Devrimi ile “ideolojinin papazları”nca anılmayan bir yöntemle, köylülüğü temel güç alan uzun süreli bir savaşla devrimi gerçek kılmıştır. Sovyetlere egemen olan ekonomik kalkınmacı sosyalizm modelinin aksine Mao, kesin bir zaferden söz edilemeyeceğini öne sürerek, devrimi sürekli canlı tutmaya yönelmiş ve BPKD bürokrasiye çöreklenen yeni tipteki burjuvazinin boynuna satırı vurmanın momenti olmuştur. Dünyanın kırlarını tutuşturmayı hedefe koyan Mao’nun, kitlelerin devrimci ateşini sosyalizm altında dahi söndürmeyen Kültür Devrimi, Marksizm’e çöreklenen modernizm ile keskin çizgilerle ayrıştığı temeldir. İşte böylesi bir kopuşu kuşanan Kaypakkaya açısından heybesinde tuttuğu Maoizm, onun egemen olana, doktiriner ve dogma olana karşı neşteri vurmasının da temelini teşkil etmektedir. Kültür Devriminin alazları, dünyanın farklı coğrafyalarında ezilenler cephesinde yankı bulurken, bunun coğrafyamızdaki konağı da Kaypakkaya olmakta, kitle temeli, Halk Savaşı olgular, Kaypakkaya’nın politik-pratiğinin kaynağı teşkil etmektedir.

Kaypakkaya “Haraketimiz, Büyük Proleter Kültür Devriminin ürünüdür” derken tam da bu kaynağa işaret etmektedir.

 

Ezilenlerin ateş topu

Sonuç itibari ile Kaypakkaya’nın politika ve pratikte somutladığı şey, katıksız bir Marksist diyalektiktir. O, tüm bir kopuşunu, ezen ve ezilen çatışmasında ele almış, ezilenlerin cephesinde muzaffer bir devrim üretmek için yapmıştır. Onun politik Marksizmi, egemen olanı yıkmak için, egemen olana bulaşık ne varsa kesip atmanın manifestosudur. Onun egemen olanla tek ilişkisi yıkıcılıktır. Bugünün dünyasında Kaypakkaya’yı ezilen kitlelerin elinde ateş topuna çevirmenin kapısı, onun bıraktığı yerden mirasını kuşanmakla, onun yöntemini güncel politik-pratiğe özgüllemekle açılacaktır.