KATLEDİLİŞLERİNİN 100. YILINDA | Rosa ve Karl, Alman işçi sınıfına yol göstermeye devam ediyor!

“‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yeniden doğrulacaktır!’ Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir:Vardım, varım, var olacağım!’” (Rosa Luxemburg)

Sıkı durun! Kaçmadık. Yenilmedik… Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir… Bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!(Karl Liebknecht)

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in tarihe geçen bu sözleri, bugün de ezilen kadınlara ve işçi sınıfına yol göstermeye devam ediyor.

100 yıl önce Almanya’da ne olmuştu?

15 Ocak 1919 tarihinde Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Alman tekelci burjuvazisini başından beri destekleyen Sosyal Demokrat Partisi (SPD) hükümeti tarafından katledildiler. Almanya işçi sınıfının bu iki komünist önderini bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmesine giden süreç, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve sonrasında Almanya’da başlayan 1918 Kasım devriminden ayrı ele alınamaz.

28 Temmuz 1914 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a açtığı savaşın sadece bu iki ülkeyle sınırlı bir savaş olmadığını bilen Avrupalı emperyalist ülkeler, Ağustos 1914’te, itilaf ve ittifak güçleri olarak iki kampa ayrılarak savaşa dahil oldular. İtilaf devletleri saflarında Fransa, İngiltere, İtalya ve Çarlık Rusya’sı yer alırken, ittifak devletleri olarak da, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Almanya savaşa dahil oldu. Osmanlı İmparatorluğu ise Almanya’yı destekleyen bir güç olarak savaşa katıldı. ABD sonradan savaşa dahil oldu ve savaş Avrupa’yı da aşarak bir dünya emperyalist savaşına dönüştü. Emperyalist tekeller, içine girdikleri krizi savaş yoluyla ”atlatıp” dünya pazarlarını yeniden paylaşmak için insanlığı büyük bir felaketin içine sürüklediler. Milyonlarca insan bu savaşta hayatını kaybetti.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın Avrupa’da er ya da geç gündeme geleceği daha 1870’ler de görülmeye başlandı. Bu tarihte Almanya ve İtalya Birliğinin kurulmasıyla, 1830’da sınırları çizilen Avrupa’nın artık eskidiğini savunmaya başlayan Avrupa burjuvazisi, yeni pazarlara gereksinim duymaya başladı. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaşması ile dünyada girilmedik yer bırakmayan tekeller, gelişen sanayi ile birlikte, sanayi hammaddelerine ve üretimdeki artışla pazarlara duyulan yeni ihtiyaç beraberinde emperyalist ülkeler arasındaki rekabet de giderek kızıştırdı. 1900’lere gelindiğinde dünya tüm emperyalist güçler tarafından tamamen paylaşılmış bulunuyordu.

Marks, kapitalizmin bu tekelci gelişimini tahlil ederek çok çarpıcı sonuçlar ortaya koyarken, Engels ise yaklaşan savaşı daha 1887’de öngörmüş ve şöyle yazmıştı; ”Prusya-Almanya için bir dünya savaşından, bugüne kadar boyutları ve şiddeti hayal edilmemiş olan bir dünya savaşından başka bir savaşın artık olasılığı yoktur. Sekiz-on milyon asker birbirini boğazlayacak ve o güne kadar bir çekirge sürüsünün yaptığından çok daha fazlasıyla Avrupa’yı baştan başa soyup soğana çevirene kadar yiyip bitirecektir. (…) Savaş belki de geçici olarak bizi geriye itebilir, kazandığımız birçok mevzileri bizden koparıp alabilir. Ama (…) trajedinin sonunda sizler mahvolmuş olacaksınız ve proletarya, ya zaferini gerçekleştirmiş olacak ya da her halde zafer kaçınılmaz olacaktır.” (Lenin, Savaş ve Sosyalizm, s. 167)

Engels’in bu tespiti doğrulanmış ve 1914 yılında başlayan savaş, 1918 yılına kadar sürmüştü. Ve dünya, emperyalist tekeller tarafından yeniden paylaşılmıştı.

Lenin önderliğindeki 2. Enternasyonal, yaklaşan savaş tehlikesini daha 1907 yılında tespit ederek savaşın çıkması durumunda, komünist partilerin izleyecekleri taktikleri, Enternasyonal’in ilgili oturumlarında tartışarak, tüm komünist partilerin önüne görevler koydu. Bu taktik, savaşın çıkmasıyla birlikte; komünist partilerin bulundukları ülke parlamentolarında savaş bütçelerine oy vermemeleri, işçi ve emekçileri emperyalist savaşa karşı örgütlemeleri ve savaşı iç savaşa çevirmeleri idi.

Rusya’da Bolşevikler, 1917’de Çar’ı devirerek büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdiler. Enternasyonal içindeki Sosyal Demokrat Partilerin birçoğu, savaşla birlikte, Anavatan Savunması adı altında, kendi burjuvalarını destekleyerek, savaşın bir parçası oldular. Almanya’da SPD’de bu partilerden biriydi. 14 Aralık 1914 tarihinde Almanya Parlamentosu’nda yapılan oylamada, SPD, savaş bütçesini onaylamış, bu oylamada sadece Karl Liebknecht ret oyu vererek ”Kahrolsun Savaş” sloganını atmış ve ardından tutuklanmıştır.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, savaşın başlamasıyla birlikte, emperyalist savaşa karşı aktif bir mücadele içinde oldular. Defalarca tutuklandılar. Baskı gördüler, ancak Alman burjuvazisi Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i yıldıramadı. Rosa’nın hapisteyken, programını yazdığı ”Spartaküsler Birliği” 1916 yılında kurularak, mücadele daha ileri bir düzeye çıkartıldı. Spartaküsler Birliği, SPD’den ayrılarak kendilerine ”Bağımsız Almanya Sosyal Demokrat Partisi” diyen grupla birleşti. Birleşmede kendi bağımsız çizgilerini koruyan Spartaküsler Birliği, bu partinin izlediği oportünist çizgiden dolayı ayrılarak, Aralık 1918’de  ”Almanya Komünist Partisi”ne dönüşmüş, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht partinin kurucuları arasında yer almışlardır.

Bu tarihsel gelişim içinde Almanya’da 1918’deki Kasım Devrimi’nin üzerinden atlayamayız. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in kurduğu Spartaküsler Birliği, savaşın sona ermesi sonrasında Almanya’da işçi sınıfının giderek büyüyen mücadelesi, grevlerin artması ve savaştan dönen askerlerin mevcut düzeni değiştirme arzularını bir devrimle taçlandırmak için harekete geçti.

Spartaküsler’in, Ekim ayında hazırlıklarına başladıkları bu durumu, bir çağrıya dönüştürdükleri tarihten birkaç gün önce, 4 Kasım 1918’de Kiel’de liman işçilerinin ayaklanması ile devrim erken başlamış oldu. SPD hükümeti, 6 Aralık 1918’de göstericilerin üzerine ateş ederek 16 direnişçiyi katletti. 29 Aralık 1918-01 Ocak 1919 tarihleri arasında toplanan Spartaküsler, Almanya Komünist Partisi’nin (DKP) kuruluşunu ilan ederek, mücadeleyi Almanya’nın her yerine yayma kararı aldılar. 9 Ocak-15 Ocak 1919’a kadar çok büyük çarpışmalar oldu. DKP, henüz yeni bir parti olması ve yeterli bir hazırlık içinde olmamasının da etkisiyle, devrimi bütünlüklü olarak yönetemedi. Sokak çatışmaları sırasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht tutuklanarak katledildi. Almanya Komünist Partisi, devrimin yenilgi almasıyla yer altına çekildi. Rosa Luxemburg ve Karl  Liebknecht’in katledilmesinden sonra, partinin başına geçen Leo Jogiches ise iki ay sonra tutuklanıp getirildiği Berlin Polis Müdürlüğü’nde katledildi. 1933’te ise DKP, Naziler tarafından yasaklandı.

Devrimin yenilgisinde başını Scheidemann’ların çektiği SPD, işçi sınıfına ihanet eden parti olarak tarihteki yerini almış oldu. SPD, sadece 2. Enternasyonal’deki ihanetiyle kalmadı, Almanya’da devrimin bastırılmasında da birinci derecede rol aldı

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in canları pahasına mücadele ettikleri dönemde olduğu gibi, bugün de emperyalist sistemde gelecek yoktur.

Emperyalizmle ezilen dünya halkları arasındaki baş çelişki giderek kızışmaktadır. Dünyanın değişik coğrafyalarında, sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadeleleri umut veren bir seyirde sürmektedir.

Kapitalist-emperyalist sistemin, artık insanlığa vereceği bir şey kalmamıştır. Dünyanın her yerinde savaşlar sürmekte, insanlık görülmemiş bir yoksulluk, açlık ve göç yaşamaktadır. Kriz derinleştikçe bunun faturası işçi sınıfına ve emekçilere çıkartılmaktadır.

Emperyalistler doymayan bir açgözlülükle buldukları her fırsatta saldırmakta, işgaller yapmakta ve her yeri yağmalamaktadır. Ortadoğu coğrafyasında 2003 yılından bu yana, işgal ve çıkartılan bölgesel savaşlarda yüz binlerce insan hayatını kaybederken, milyonlarca insan ise yerlerinden göç etmek zorunda kaldı. 2011 yılından bu yana Suriye iç savaşında yaşananlar her şeyi anlatmaktadır. Savaşla birlikte, şehirlerin neredeyse tümüne yakını yıkılmış, üretim durmuş, insanlar açlık ve hastalıkla boğuşurken, milyonlarca Suriyeli ise  yerlerinden göç etmek zorunda kalmıştır. Tüm bu yaşanan insanlık dramının tek suçlusu emperyalist kapitalist sistemdir.

Pazar elde etme rekabetinde çıkarttıkları savaşların doğrudan bir sonucu olarak göç etmek zorunda kalan insanları öcü gibi göstererek, kendi iç kamuoylarında, göçmen karşıtı ırkçı bir politikaya dönüştüren emperyalist hükümetler, bunu kendi egemenliklerini devam ettirmek için kullanarak, kitleleri ırkçılık üzerinden etraflarına topluyorlar. Avrupa’da birçok ırkçı partinin bu söylemleri onları hükümete taşıyabilmiştir. Avusturya, Macaristan, Polonya ve İtalya’da hükümete gelen bu ırkçı partiler, tekelci burjuvazinin en gerici ve en şoven kesimini oluşturmaktadırlar.

Almanya da bu gelişmelerden muaf değildir. Almanya, savaştan kaçmak zorunda kalan göçmenleri hedef göstererek, Avrupa’ya gelmelerini önlemek için sınırlara yığdığı polis gücünün yanında, çıkartılan ek kanunlarla, göçmenleri her fırsatta geri göndermenin yollarını aramaktadır. Almanya’daki göçmen karşıtı  politika birçok alanda sonuç vermiş ve AFD’yi Alman Parlamentosu’na taşımıştır. AFD, girdiği eyalet seçimlerinde % 5’lik seçim barajını rahatlıkla geçerek, yerel parlamentolarda yer alabilmiştir.

Almanya, Türkiye’de bulunan Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmenlerin Avrupa’ya ve Almanya’ya gelmemesi için, faşist AKP hükümetine her türlü desteği vermekten geri kalmıyor. Sırf göçmenler gelmesin diye, AKP’nin yaptığı katliamlar, tutuklanan milletvekilleri, gazeteciler, kayyum atanan belediyeler, işlerinden uzaklaştırılan akademisyen, öğretmen ve memurlara yapılanları onaylayan Merkel ve ortağı SPD, tüm çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır.

Rosa Luxemburg’un ”Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık” şiarı, katledilişlerinin üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen, hala aynı geçerlilikle işçi sınıfı ve ezilenlerin şiarı olmaya devam ediyor.

Evet, devrim ve sosyalizm gerekliliktir!

Ne devrimler çağı kapandı ne proletaryanın tarihsel misyonu son buldu ne de sosyalizm insanlık için tek toplumsal çözüm projesi olmaktan çıktı.

Devrim ve sosyalizm dalgası geri çekilmiş olsa da, dayanabileceğimiz bir sosyalist toprak parçası kalmamış olsa da, uluslararası komünist hareket dağınık da olsa vb. devrim kaçınılmazdır… Tarihin tekerleğini geri çeviremeyiz. Devrim er ya da geç işçi sınıfının gündemine yeniden girecektir.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in sosyalizm için mücadele verdikleri Almanya’da, bugün bir devrimci durumdan söz edemesek de, biriken öfke, sınıfın hak gaspları, işsizlik ve yoksulluk, işçi sınıfını sınıfın partisi etrafında birleştirip, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in 1918’de yarım bıraktıkları sosyalist devrimi er ya da geç gerçekleştirerek iktidarı alacaktır. Almanya’da devrimci güçler dağınık ve sınıfın partisi hala güçsüz olsa da, bu durum sosyalizmin bir ihtiyaç olmadığı sonucuna kimseyi götürmemelidir. Son yıllarda artan işçi grevleri, ekolojik hareketler, ırkçılığa karşı halkın sokağa çıkması, Eylül 2018 tarihinde Berlin’de, yeni polis yasasına karşı 250.000 kişinin yürümesi, umut verici gelişmelerdir.

İki büyük emperyalist, dünya savaşını yaşamış, savaşla birlikte milyonlarca insanını kaybetmiş, Hitler faşizmini yaşamış, tarihi acılarla ve yoksullukla geçen Alman işçi sınıfı ve bağlaşıklarının, bugün görece bir ”refah” içinde yaşaması, her şeyden soyut oldukları anlamına gelmez. Emek ve sermeye çelişkisinin olduğu her yerde, sınıf mücadelesi de vardır.

Katledilişlerinin 100. yılında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ölümsüzdür!

Rosa Luxemburg’un Hayatı:

Gerçek adı Rosalia Luxemburg olan ve devrimci mücadelede Rosa adını alan bu büyük devrimci, 5 Mart 1870 (kimi tarihçilere göre 1871) tarihinde Polonya’nın Zamość, şehrinde ailesinin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Rosa’nın ailesi, dönemin köklü ailelerinden sayılırdı. Annesi Line, dönemin ünlü din bilgini Rabbi Zerecha Halvi’nin torunlarındandı. Baba Eliasz ise ünlü bir tüccardı.

Yahudi olmalarından dolayı antisemitizm nedeniyle ailesiyle birlikte Varşova’ya taşındı. Rosa 5 yaşına geldiğinde tespit edilemeyen bir hastalıktan dolayı hastaneye yatırıldı ve bacağı alçıya alındı. Bir yıl yatalak kalan Rosa’nın, bir ayağı ömür boyu aksayacaktır. Rosa, okula gidemediği için annesinin yardımıyla okuma yazma öğrenir. 10 yaşından sonra Rus Kız Ortaokulu’na yazdırılır. İlk ayrımcılığı da burada yaşar. Yahudi olmasından dolayı, yüksek bir puan alarak ancak okula kaydını yaptırabilir. Rosa, çalışkan bir öğrenci olmasına karşın, okulu bitirdiğinde kendisine altın madalya verilmez.

Daha genç yaşında uğradığı bu haksızlığı, sonradan edindiği sınıf bilinci sayesinde hayatını etkileyen bir sendroma dönüştürmez. 1889 yılında Zürih Üniversite’si felsefe, matematik, botanik ve zooloji bölümlerine yazılır, 1892 yılında ise kaydını hukuk bölümüne aldırır ve 1893 yılında aynı zamanda Devlet Bilimleri bölümünde de okumaya başlar. Daha sonrasında tarih bilimlerine de kayıt olur. Mayıs 1897’de ise “Polonya’nın endüstriyel gelişimi” adlı tezle doktorasını tamamlar.

Mezun olduktan sonra Berlin’e taşınır. Gustav Lübeck ile evlenir ve Alman vatandaşlığını alır.  Rosa, Agust Bebel, Clara Zetkin ve Kautsky ile tanışır. Kendisini her fırsatta  teorik olarak geliştirir ve birikimiyle devrimci mücadeleye sayısız eser kazandırır. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkında Lenin’den ayrı düşer.

Rosa, 1905 yılında Rusya’da 140.000 bin kişinin Çar’a karşı yürüdüğü ünlü Petersburg yürüyüşünde binlerce göstericinin katledilmesinden sonra, işçi ve köylülerin başlattığı ayaklanmaya katılmak için  Varşova’ya geçer. Burada yürüttüğü çalışmadan dolayı 4 Mart 1906’da tutuklanır. 28 Haziran 1906’da kefaletle serbest bırakılır. 1907 yılında Berlin’de Bebel tarafından açılan parti okulunda eğitmenliğe başlar. SPD’nin parti okulunda tek öğretmen kadındır. İktisat tarihi ve ulusal ekonomi konularında eğitimler verdi. Burada verdiği ”ulusal ekonomiye giriş” derslerini daha sonra kitap haline getirdi.

1913 yılında ”Sermeye Birikimi” adlı eserini yazdı. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın arifesinde, kitlelerin savaş karşıtı gösterileri giderek artıyordu. Rosa, Haziran 1914’te orduya karşı hakaretten soruşturmaya uğradı. Bir yıl hapis cezasına çarpıtılan Rosa, hapisteyken, politik yazıların dışında, kuşlar ve botanik ile de ilgilenmeye başladı. Hapishanede yazdığı yazıları ”Junius” takma adıyla yayınlandı.

Serbest kaldıktan kısa bir süre sonra 1915 yılında yeniden tutuklandı. Hapishanede, yazdığı ve programını oluşturduğu Spartaküs Birliği’nin kurulmasına öncülük etti. Karl Liebknecht’in de kurucuları arasında yer aldığı Spartaküs Birliği, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na karşı aktif mücadele içinde oldu. Savaşın bitiminden bir yıl sonra 15 Ocak 1919 tarihinde kaldığı evden alınarak işkence edildikten sonra kurşunlanarak katledildi ve Landwehr Kanalı’na atıldı. Alman burjuva gazeteleri, Rosa’yı katlettikten sonra, yaydığı yalanla, Rosa’nın kaçarken, ”halk tarafından linç edildiğini” duyurdu. Bunun bir yalan olduğu kısa süre sonra açığa çıktı. Leo Jogishes, Rosa’nın katledilişini tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkardı. Mahkeme açılana kadar Rote Fahne’de yazılar yazdı. Göstermelik mahkemenin sonunda Rosa’yı katleden Teğmen Vogel ve er Runge, 2 yıl hapis cezalarına çarpıtıldılar.

Roza’nın cesedi 1 Haziran 1919’da Berlin Landwehr Kanalı’nın Freiarchen köprüsü mevkiinde bulundu. 13 Haziran 1919’da işçiler dev bir törenle, Rosa’yı yoldaşı Karl Liebknecht’in yanına defnettiler.

Karl Liebknecht’in Hayatı

Karl Liebknecht, 13 Ağustos 1871 Paris Komünü’nin ilk günlerinde Leipzig’te dünyaya geldi. Liebknecht’in babası Marks’ın yakın arkadaşı, Wilhelm  Liebknecht’tir. Hukuk doktoru olan Karl Liebknecht, daha gençlik yıllarında, SPD’nin gençlik kollarında çalışmaya başlar ve 1907 yılında ”Uluslararası Sosyalist Gençlik Federasyonu” Yürütme Kurulu üyesi seçilir. Karl Liebknecht bu yıllarda anti-militarizm üzerine yazdığı bir broşürden dolayı 2.5 yıl hapis cezasına çarpıtılır. 1908 yılında SPD’nin Prusya Milletvekili seçilen Karl Liebknecht, SPD içindeki şovenist kanada karşı aktif mücadele ederek dikkatleri üzerine çeker.

Karl Liebknecht, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ufukta görüldüğü 1913 yılından itibaren, savaş karşıtı mücadele içinde oldu. Çıkma ihtimali büyük olan savaşa karşı, halkı aktif tavır almak için örgütlemeye başlar. Savaş patlak verdiğinde, savaş ödenekleri için yapılan oylamada, SPD’nin parti disiplini gereği olumlu oy veren Karl Liebknecht, 2 Aralık 1914’deki oylamada SPD’nin disiplinini dinlemeyerek tek başına savaş ödeneklerine red oyu kullanır. Bütün şimşekleri üzerine çeken Karl Liebknecht, 1916’da kurulan Stpartaküs Birliği’nin kurucuları içinde yer alır. 1 Mayıs 1916’da parlamentoda, ”Kahrolsun Savaş” sloganı attığı için tutuklanır ve 2.5 yıl hapis cezasına çarpıtılır. Bir yıl sonra başlayan ayaklanmayla, serbest bırakılmak zorunda kalan Karl Liebknecht, Kasım 1918’de başlayan Almanya devriminde, kraliyet sarayından ”Almanya Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur” diye haykırır.

Almanya Komünist Partisi’nin kuruluşunda yer alan Karl Liebknecht, diğer komünist önderler gibi, Alman tekelci burjuvazisi tarafından sürek avına alınır. Dönemin SPD’sinin oluşturduğu ”Freikorps” birlikleri tarafından her yerde aranan Karl Liebknecht, 15 Ocak 1919’da kaldıkları yerin basılması sonucu esir alınmış ve Berlin’de kurşuna dizilmiştir. Alman burjuvazisi, Karl Liebknecht’in kaçarken vurulduğu yalanını yaysa da, bu yalan tutmamış ve Rosa Luxemburg gibi, Karl Liebknecht’in de katledildiği ortaya çıkmıştır.