BELLEK (9) | Mehtap Kara: Bizlere bıraktığın bayrağı devralırken, gözlerimiz ufukta, yönümüz dağlaradır…

Hayli olgun görünen yüzüne tezatmış gibi görünen çocuksu gözleriyle karşıma çıkıverdin. Randevu saatini beş dakikadan fazla geçmişti ve hiç tanımadığım birisi adımı söyleyerek karşımda duruyordu işte. Tereddüt dolu saniyeler içinde bir karara varmaya çalışıyorum. Randevuya tanımadığım birisinin geleceği söylenmemişti. Randevu saati de geçmişti ve karşımda oturan kişinin “dost mu”, “düşman mı” olduğunu çıkarmalıydım. Böylesi durumlar için önceden yapılması gerekenler belliydi belli olmasına; birbirini tanımayan iki yoldaş önceden belirlenmiş bir parola ile temas kurmalıydı. Az çok tarif gerekirdi. Bir yanda bu gerçeklik varken diğer yandan ilgili yoldaşların “unutkanlığına” dair “iyimser” bir sezi var içimde. Karşımdaki tereddüdümü algılıyor, çekip gitmek üzereyim zaten. Randevuyu ileten yoldaşın kod ismini, kendisini onun yolladığını ve sebebini anlatıyor bir çırpıda. Olan oldu, artık diye düşünüyorum. Bir düşman ağına düşmüşsem de şu andan itibaren oradan gitmekle, bir süre de olsa orada kalıp olan biteni anlamaya çalışmak arasındaki fark silinmiş durumda. Kalmaya karar veriyorum, içime huzursuz bir düğüm atarak. Bu düğümü çözmek karşımdakine düşecek haliyle. Nefes alış verişinden, söylediği her kelimesine kadar her şeyi ince bir süzgeçten geçirip, “kaydediyorum” bir kenara. Nihayet bir süre sonra her şey çok daha net. Kaygılı bakışmaların yerini yoldaşça gülümsemeler alıyor…
Randevu kurallarına dikkat çeken bu türden olumsuzlukların kendinden büyük kayıplara kapı araladığını vurgulayan uzunca bir sohbetten sonra artık “iş” konuşmaya başlıyoruz seninle.

 

***

Devrimin içinde olmak ya da “kenarında seyahat etmek” her zaman farklıdır ve kişide fark ettirir kendini. İçinde olmak; içten olmanın bin tür rengiyle yansır en başta. İçindesindir; mücadelenin tüm zorluklarıyla, inişli-çıkışlarıyla, kayıpları ve her şeye her an yeniden başlama azmiyle, kendi evine çeki düzen verir gibi mücadeleyle ilgili her köşe bucağa sahip çıkışıyla bu dünya senindir. Mücadelenin doğurduğu bir üzüntü de içini yakan acı kadar, sevincinde de gözlerinden yayılan ışıltı sahicidir. Laf olsun diye hazırdan konuşmak yerine, sorunları çözmeye dönük bir ilginin, düşünüşün ve dilin sahibisindir. Devrim saflarında, örgüte, yoldaşlarına bir şeyler katabilmenin, bir adım daha ilerletebilmenin sancısını taşırsın. Kaygıların, tereddütlerin merkezinde “kendisi” yoktur. “Bize” göre düşünür, “bize” göre plan koyar, “bize” göre yaşar. Kısacası yaşamını “bize” adar. Birey olarak yapılabileceklerin, başarılabileceklerin sınırı küçük dünyalarımızın coğrafyasında bitmez. Bu sınır her defasında zorlanmak, genişletilmek zorundadır. Bu ise bitmez tükenmez bir gelişim savaşına korkusuzca atılmaktır. Önemli olan bu savaşa gönül vermek, yaşamımızı bu devrimci savaşla anlamlandırabilmektir.

Sakin bir deniz gibi görünen mizacının altında devrimin içtenliğini ve içindenliğini duyumsadığım ilk randevudan sonra da yanıltmamıştın beni. Tüm yaşamınla devrim ateşinin içindeydin işte.

 

***

– “Düşman noktası hedefe çok yakın, risk oluşturuyor yoldaş” demiştin.

– “Evet, bir çaresine bakmalıyız bunun, kayıp vermeyi göze alamayız yoldaş. İyi bir istihbarat ve planlama eylemin yarısını garantilemek demektir biliyorsun. Çok mükemmeliyetçiliğe de kaçmamalıyız, ama kesinlikle üstünkörü ele alamayız. Biraz daha düşünelim… Sen ne diyorsun? Aklına bir fikir geliyor mu?

– “Eylemi işlek bir saatte yaparsak nasıl olur? Hem düşmanın beklemeyeceği bir zamana denk getirmiş oluruz. Hem de dikkatlerini o saatte dağılmış olmasından faydalanırız.”

– “Olabilir bence de. İlk bakışta dezavantaj gibi gözüküyor, değil mi? Ama bu durumu kendi lehimize kullanmış oluruz. Ama sadece buna güvenemeyiz. Yapabileceğimiz başka şeyler de olabilir. Düşmanın dikkatini bir anlığına da olsa dağıtmamız akıllıca olmaz mı?

– “Tamam! Bak…”

 

***

Yüzünde haklı bir gülümseme ve sevincin verdiği o canlılığı uzaktan bile anlayabiliyorum. Her şey yolunda gitmişe benziyor. “Merhaba, naber?” der demez;

– “Duydun değil mi?” diye soruyorsun.

– “Duymaz olur muyum, böyle bir eylemi sansürlemeleri imkansızdı zaten. O saatte verdiler hemen.”

– “Ya, öyle küçük gibi görünüyordu malzeme ama epey güçlüymüş, ortalığı kırıp döktü valla.”

– “Nasıl her şey yolunda gitti mi? Anlat bakalım neler olup bitti.”

Ve anlatıyorsun… Anlattıkça mücadeleyi sahiplenmenin, bir zorlu görevi daha yerine getirmenin doyumuyla daha canlanıyorsun sanki. Düşmanın psikolojik ve fiili saldırıya geçtiği, devrimcilere saldırı üzerinden tüm ezilenlere gözdağı vermeye çalıştığı bir süreçte örgütümüz nezdinde devrimci saflarda bir yanıt olmanın, hesap soruculuğumuzu sürdürmenin mutluluğunu paylaşıyoruz. Eylemimizin önemi ve hedefimizdeki seçiciliğimiz üzerine konuşuyoruz bir süre.

Eyleme ele alışın, eylem anındaki pratiklerin oldukça olumluluk taşıyordu. Eylemin “yapabilirliğine” inanış, buna göre bir düşünüş ve yoğunlaşma içinde olmuştun. Eylemin yapılabilmesindeki olası tüm riskleri “olmaz”, “yapılamaz”la değil, “yapabiliriz”, “aşabiliriz”in doğrultusunda tartışıyor, tereddütsüzce kendini ortaya koymanın kararlılığını yansıtıyordun. Eylem anında da oldukça serinkanlı davranmıştın. Zaten bu özelliklerin sayesinde içinde yer aldığın birçok başarılı eylemle devam eden sürecimiz boyunca düşmanın şaşkınlığı devamlı bir hal alır olmuştur.

 

***

Son konuşmamız olacak diye düşünüyorum. Uzun uzun konuşmak geliyor içimden. Genellikle böyle olur, hiç beklemediğimiz, hazır olmadığımı bir zamanlarda yoldaşlarımızın tutsak düştüğünü, şehit düştüğünü haber alırız. O yüzden yoldaşlarla her ayrılışımızı içimizden geçirdiğimiz bir veda sözüyle tamamlarız. Yarınımızın çok şeylere gebe olduğunu biliriz.

– “Artık başka görevlere yol alacağız yoldaş. Ve belirsiz bir zaman da görüşemeyeceğiz, biliyorsun” diyorum.

– “Evet, öyle… Mücadelenin her yanında bizi birçok görev bekliyor; tabi sürprizler de… Umarım tekrar görüşürüz yoldaş. Nerede olursak olalım, partimizin güçlendirilmesinde, ilerletilmesinde görev başında olacağız nasıl olsa.”

– “Yoldaş, yaşadığımız her pratik okumasını bilirsek eğer, bir kitap gibidir aslında. Bu faaliyetlerimizin deneyimlerini güçlendirmeliyiz, korumalıyız. Partimizin geneli açısından da böyle. Doğru bir siyasetle aşamayacağımız zorluk yok aslında. Şiddetle-politikayı, güncelle-eylemi, örgütle-kitleyi birbirine bağlayan her faaliyete olanca gücümüzle yüklenmek zorundayız. Düşman şu süreçte en çok siyasete-ideolojiye oynuyor. Devrim inancı ve ısrarından koparmak istiyor. Sınıf olgusundan, sınıf eksenli değerlendirmelerden koparmak istiyor. Örgütlerin şiddete dayalı stratejilerinden ebediyen kurtulmak istiyor. Tasfiyeciliği güçlendirmek, ideolojik savrulmalar yaratmak için saldırılarını çeşitlendiriyor. O yüzden partimizi ve gerilla savaşı veren örgütleri hedefe koyması boşuna değil. Bu yanıyla nicelik sorunu, kadro sorunu önemli olmakla birlikte, ideolojik-siyasal hattımızın korunması, kavranması ve güçlendirilmesi daha öncelikli bir hal alıyor. Şu süreçte doğru siyasal bir hat doğrultusunda yürüteceğimiz faaliyetler diğer sorunları aşmada anahtar rolünde ne dersin?

– “Şu süreçte gerçekten bir daralma var, devrim cephesinde. Yani önümüzde engebeler, hayli fazla. Ama engebeler de aşılmak için vardır, nasıl olsa…” diye başlıyorsun konuşmaya. Böyle anlarda hep o ünlü söz gelir aklıma. Yine öyle oluyor… “… Eğer mücadeleler sadece şaşmaz bir şekilde uygun koşullarda yapılsaydı, dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olacaktı” demişti Marks usta. Sınıf mücadelesi dediğimiz şey, bizim bir sabah kalkınca keşfettiğimiz bir şey değil ki. Bir “delinin” kuyuya attığı bir taşı da çıkarmaya çalışmıyoruz. Devrimin nedenleri yaşamın kendi özünden kaynaklanıyor ve devrim bir ihtiyaç, toplumsal bir gereklilik olarak önümüzde duruyor. Böyle olduğu için de devrimin güçleri elbette sürekli olarak kendini üretecektir. Kuşatmalar içinde kalsak da daralmalar yaşasak da, ki her toplumsal devrimin doğasında bu vardır, yaşanmıştır- bunlar aşmaya mecbur olduğumuz ve elbette aşacağımız süreçlerdir. Şimdi yüzümüzü ileri doğru dönmeliyiz. Günün görevlerine sarılmalı, ısrarlı olmalıyız. İşte “engebeleri” aşmanın, devrimde ısrarın bir öznesi olduğunu, kararlılığını görüyordum sözlerinde ve daha da önemlisi pratiklerinde. Gençlik Birliğimizin zorlu görevlerini tereddütsüzce üstleniyordun. Tüm emeğinle içinde yer alıyordun. Diğer yandan düşman çemberine sürekli dalıp çıkan, hiç beklemedikleri bir anda örgütümüzün hesap sorucu bombalarıyla buluşturan gözü pek bir militandın. Devrime olan inancı, örgütsel görevlerini başarma azmi ve kararlılığında okunan bir militan…

 

***

Çok fazla zaman geçmemişti aradan. Yeniden karşılaşmanın güzelliğinin yanı sıra, bu kez daha farklı bir heyecan vardı ortada. Mücadelemizin en çetin halde verildiği, doğrudan namluların konuştuğu ve ezilen halk kitlelerini zafere taşıyacak olan asıl mücadele biçiminin verildiği yer olan gerilla alanına yol alacaktın.

– “Nasıl hazırlıklarını tamamladın mı yoldaş?

– “Hemen hemen hazır sayılır…” diye anlatmıştın, katılım için yaptığın hazırlıkları. Yalnız, yanına alman gereken kıyafetlerden birini ucuza gelsin diye bir yerlerden bulup buluşturup boyamış, onarmıştın.

(…)

Çok daha anlamlı bir sürece gelmişti gerilla yolculuğun. Yakın zamanda Karadeniz’de Barış Aslan ve Cem Ergüldü yoldaşlar şehit düşmüştü. Yaralarımız henüz tazeyken, Dersim kırsalında yeniden harladığımız gerilla mücadelesinin ardından Mercan Vadisinde Yusuf Ayata, Umut İl, Hasan Akyol, Fehiman Bozgurt, Zeynel Erdoğan, Fikret Vural ve Mustafa Toptaş yoldaşlar savaş şiarlarımızı haykırıp devrim ateşini körükleyerek şehit düşmüştü. Kayıplarımız gerçekten ağırdı. Gerilla savaşını güçlendirmek, süreklileştirmek ve halk savaşı ateşini daha fazla körüklemek üzere partimizin gerillaya katılım çağrısını gençlik birliğimizden tereddütsüz ve kararlıca yanıt olan yoldaşlardandın. Hasan, Umut, Zeynel ve Cem gibi TMLGB kökenli yoldaşlar arkalarında yürünecek ateşten izler bırakmıştı. Ve bu izlerin inançlı takipçisi olma kararlılığındaydın. Son defa vedalaşıp ayrıldığımızda bende bu olumlu düşüncelerle yer edinmiştin. Gençlik Birliğimizin Meral’i, Elif’i, Mehtap Kara yoldaşımız yola çıkmıştı artık.

Devrim mücadelesi verilirken, üstelik düşman gücünün donanımlı ve henüz yeterince yıpranmamış olduğu bir aşamada verdiğimiz kayıpların şehit düşen yoldaşlarımızın yarattığı boşluk çok daha acı ve sarsıcıdır. Mücadeleye birçok şey katmış ve katacakları olan, kadro olan, olmaya yakın olan nice yoldaşımız cephenin en ön saflarında savaşıyor ve şehit düşüyor olacaktır. Karşı-devrimin güçleri boşluk tanımıyor; devrimi boğmak ve geciktirmek için tüm imha silahlarıyla en başta komünist ve devrimci güçlere saldırıyor. Ancak devrim safları da boşluk tanımaz. Daha diri, daha yeni ve daha deneyimli güçlerle boşluklar mutlaka tamamlanır. Dünya proleter devrim tarihinden partimizin-Gençlik Birliğimizin onlarca yıllık mücadele tarihinden bunu çok iyi biliyoruz. Bu yüzden ülkemizin ufkuna gerdiğimiz devrim bayrağı tüm heybetiyle dalgalanmaya devam ediyor. Halk savaşının ateşi dişimiz, tırnağımız, emeğimiz ve can bedeliyle yanmaya devam ediyor. Mehtap Kara yoldaşımızla şimdi bu ateş daha yakıcı, daha öfkeli yanıyor. Bu ateşin izlerinden yürüyecek nice Mehtap’a yol oluyor. Şehit düşen yoldaşlarımızdan devraldığı bayrağı, Gençlik Birliğimizin yiğit bir militanı olarak nasıl ki Mehtap yoldaş devralıp yükseklere taşımışsa, Mehtap yoldaşın bıraktığı kızıl bayrağı da nice Komsomol militanı alıp daha yükseklere taşıyacaktır. Bundan kuşkumuz yoktur.

Şimdi yaraları sarmanın, boşalan safları Mehtap’ça doldurmanın göreviyle daha gururlu, daha sorumluyuz. Sen rahat uyu yoldaş. Gözlerimiz ufuktu, yönümüz dağlaradır.

 

Yoldaşların