“Barış Süreci Mi”, Teslim Alma Hamlesi Mi?
Kayyum rejimine karşı direniş Kürt hareketini de aşan bir nitelik kazanmalı. Zira, kayyum yalnızca Kürt hareketinin, DEM Partili belediyelerin sorunu değildir.
21 Kasım 2024
1 Ekim 2024 tarihinde meclisin açılış günü faşist MHP’nin başı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek, DEM Parti eş Başkanı Tuncer Bakırhan ile tokalaşması ve ardından “Abdullah Öcalan gelip mecliste konuşsun” açıklamasıyla bir anda Türkiye gündemi değişmiş oldu.
R.T. Erdoğan ilk önce yapılan çağrıyı bilmezden gelerek Bahçeli’yi öven sözler etti. Ardından “yüzyıllık bu sorunu çözeceğiz” açıklamasıyla Bahçeli’yi desteklediğini açıkladı. ‘İyimser’ bir hava yaratamaya çalışan AKP iktidarı, bilinen çevrelerce övgüye layık bulunarak desteklenmeye başlandı. Kürt siyasal hareketi ise temkinli bir yaklaşımla “iktidar samimiyse biz de hazırız” açıklamalarıyla, savaşan bir taraf olarak ”görüşmelere sırt” çevirmeyeceklerini açıkladılar.
Tüm bu tartışma ve açıklamaların ardından 23 Ekim 2024’de Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde bulunan TUSAŞ’’a bir saldırı gerçekleştirildi. Eylem sonrasında, “başlayan görüşmelere bir sabotaj” olduğunu, “Türkiye’nin birlik ve beraberliğini istemeyen”, “ülkenin gelişmesini hazmedemeyen” güçlerce yaptırıldığını ileri süren onlarca açıklama gecikmeden ardı ardına geldi. Bu açıklamalarla bu devrimci eyleme gölge düşürülmeye çalışıldı.
Eylemden birkaç gün sonra Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin (KUÖH) eylemi sahiplenmesiyle sona eren tartışmalarından sonra, Kürt hareketini bölmeye çalışan karşı bir propagandayla süreç yönledirilmeye çalışıldı.
Savaş ve barış diyalektiğinin iki yönü, zıtların birliğini ifade eder; “Bu her zaman böyledir. İnsan rakibine darbeler indirdikçe rakip barış yapmaya hazır olur” KUÖH 46 yıllık silahlı mücadele de güçlendikçe faşist diktatörlük defalarca, “barış yapmaya” hazır olduğu çağrısı yaptı.
Türk devletinin bu son “barış” çağrısına kadar, devletlerinin ne kadar üstün ve güçlü olduğunu propaganda edip durdular. “Terör örgütü ve onun başı” söylemiyle kitleleri konsolide etmeye çalıştı. Sadece Türk devleti, egemenleri açısından değil, tüm emperyalist, faşist ve geri iktidarlar tarafından da bu tür söylem ve çağrılar hep benzer şekilde yapılagelmiştir. İngiltere’de, İspanya’da, Kolimbiya’ da ve diğer tüm benzer ülkelerde söylem hiç değişmemiştir.
Gelişen her mücadele, bir şekilde baskıcı, işgalci ve katliamcı iktidarları sonunda masaya oturmaya zorlamıştır. İngiliz emperyalizmi İRA’yla, İspanya ETA’yla, Kolimbiya FARC’la sonunda masaya oturdular. Bu silahlı güçlerin ne kazandığından bağımsız olarak süreçler hep böyle gelişti. Bu görüşmeler sonucu bazı ülkelerde savaş sonuçlanmış, kimi ise antlaşma sağlanmadığından savaş devam etmiştir.
Eylül 2019 tarihinde Özgür Gelecek sayısında “Silahlara Veda Eden Kaybeder!” başlığıyla yayınladığımız yazımızın güncel olan bazı paragraflarını buraya almayı uygun gördük. Söz konusu o makalemiz de şunların altını çizmiştik:
“2012-2016 arasında Küba’da yapılan görüşmeler sonucu Kolombiya Devrimci Silahlı Birlikleri (FARC) ile Kolombiya devletini temsilen dönemin Devlet Başkanı Juan Manuel Santos arasında imzalanan “Barış Anlaşması”yla silahlı mücadeleye son veren FARC, yaklaşık üç yıl sonra, Ivan Dudue Başkanlığ’ındaki hükümetin “barış anlaşması”na uymadığı gerekçesiyle 28 Ağustos 2019 tarihinde yeniden silahlı mücadeleye başlama kararı aldıklarını kamuoyuna duyurdu.
Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı 1962’de FSLN (Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi) kuruldu. 1979 yılında FSLN, Samoza diktatörlüğünü yıkarak başkent Managua’yı ele geçirdi.
FSLN, Nikaragua’da gerçekleştirdiği devrimle Latin Amerika’da büyük bir etki yarattı. Dünyadaki devrimci ve komünist partilerden de büyük bir destek alan ve devrimci silahlı mücadeleye farklı bir hava katan FSLN, bunu ancak 1990’lara kadar devam ettirebildi.
Emperyalistlerin baskısı ve onların Nikaragua’daki işbirlikçileri FSLN’yi serbest seçimlere zorladılar. 1990 yılında yapılan genel seçimlerde, Sandinista karşıtı koalisyonun lideri Vioetta Chamorro seçimi kazanarak cumhurbaşkanı seçildi. FLSN, o tarihten bu yana muhalefette. Kitlelerle bağları iyice zayıflayan ve marjinal bir harekete dönüşen FLSN, kazanılan devrimi “demokrasi” aldatmacasıyla yeniden burjuvaziye teslim etti.
ETA’da aynı sondan kurtulamadı. 1959 yılında kurulan ETA İspanya devletine karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyle önemli bir kitlesel güce erişti. Kurduğu legal parti BATASUNA ile parlamenter siyasette sesini duyurmaya çalışsa da, İspanya devleti BATASUNA’yı dönem dönmem yasaklayıp liderini tutukladı. BATASUNA, hiçbir zaman parlamenter mücadelede başarılı olamadı.
ETA, devletle masaya oturduğu gün mücadeleyi kaybetti. Uzun bir görüşme maratonundan sonra ETA, 20 Ekim 2011 tarihinde yaptığı bir açıklamayla silahlı mücadeleye son verip örgütü fes ettiğini açıkladı.
İngiliz emperyalizminin ilhak ettiği İrlanda’nın bağımsızlığı için 1916 yılında kurulan İRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu), başladığı silahlı mücadele de kısmı olarak hedefine ulaştı, İrlanda adasının büyük bir bölümü bağımsız İrlanda devleti haline gelmesine rağmen, Kuzey İrlanda’nın İngilizlerin denetiminde kalmasından sonra da İRA, Birleşik İrlanda Cumhuriyeti şiarıyla 1960’da yeniden silahlı mücadeleye başladı.
İRA, 1981 seçimlerine katılma kararı aldı. Tutuklu İRA militanı Bobby Sands’ın ölüm orucunda hayatını kaybetmesiyle seçimlerden istediği sonucu alamadı. Gerry Adams liderliğinde kurulan legal parti Sinn Fein, bu tarihten sonra İngiliz devletine sürekli “barış” görüşmeleri teklifinde bulundu.
Margaret Thacer hükümeti bu çağrılara “önce silahları bırakın” yanıtı vererek görüşmelere yanaşmadı. M. Thacer’dan sonra 1990’da iktidara gelen John Major, İRA’nın silahlı mücadeleyi bırakması için hiçbir ön şartının olmadığını ileri sürdü ve bunun üzerine İRA, ateşkes ilan etti. 1997 yılında hükümete gelen İşçi Partisi başkanı Tony Blair’de hiçbir ön şart olmadan görüşmelere hazır olduğu açıklamasından sonra, sürece dahil olan Sinn Fein’in yürüttüğü görüşmeler sonucu İRA, 1998 yılında silahlara veda etti.”
Türk devleti açısında da durum farklı olmadı. 1993 yılından bu yana faşist diktatörlük KUÖH ile bir şekilde diyalog arayışları içinde olmuş, masaya çağrılmıştır. Bunu Turgut Özal’da çeşitli gazeteciler ve bazı şahsiyetler üzerinden yürütmeye çalıştı. AKP iktidarı da bunu hem geçmiş tecrübeler, hem de diğer ülke deneyimlerinden yaralanarak devam ettirdi. Oslo ve ardından 2012 yılı görüşmelerine başladığında, Türk devletinin, bu görüşmeleri olumlu olarak bitirmeye niyetli olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Oslo görüşmeleri bitirildiğin de içte, hedeflediği soluklanmayı tam olarak gerçekleştirmediğini gören Türk devleti; 2012 yılında bunu bir kez daha denedi. Bu sürede ülke sınırları dışına çekilen gerilla güçlerinin eylemsizlik durumundan yaralandı.
Bütün stratejik alanlara Kalekollar inşa edildi. Alan hakimiyetini artırdı. Koruculuk sistemindeki açıkları kapattı. Savaşı teknik düzeyde yürütme, ajanlaştırma planları MİT eliyle daha aktif hale getirildi. Mücadelenin en ileri olan illerine uyuşturucu ve fuhuş sokuldu. Gençleri işsiz bırakarak, göçe zorladı. Seçimleri kazanmak için yeni düzenlemeler yaptı.
2012 yılında yeniden başlayan ve Dolmabahçe’de okunan mutabakat metninden haberi olmadığını açıklayan R.T. Erdoğan süreci bitirdiklerini açıklayarak; 2015 yılında yapılan MGK toplantısında ‘toptan yok etme’ kararını alarak yeni bir saldırıya geçti. ‘Toptan yok etme’ konsepti kapsamında T. Kürdistanı kentlerine yönelik saldırılarda binlerce insan katledildi.
Sivil itaatsizlik direnişi döneminde Kürdistan şehirleri yerle bir edilirken, bir o kadar insan tutsak edildi veya yaralandı. Türk devleti bu sürede Medya Alanları başta olmak üzere Kürdistan coğrafyasına sayısız kez savaş uçaklarıyla saldırdı. Suriye Kürdistan (Rojava) toprakları işgal edildi.
1 Ekim 2024’te ise benzer şekilde saldırı ile çözüm/müzakere kavramlarının iç içe geçtiği yeni bir dönem başlatıldı.
Bu sürecin bir yanı Türk devletinin sözde “Barış” adımı olurken, diğer yanı ise 2015 yılında olduğu gibi toptan saldırı şeklinde hayata geçiriliyor.
Ankara eyleminden sonra onlarca ev basılarak, yüzün üzerinde insan gözaltına alındı, tutuklandı. DEM Parti binalarına saldırılar düzenlendi. Tehditlerin ardı arkası kesilmedi. AKP iktidarının bu seferki saldırısının sadece KUÖH sınırlı kalmayacağı, burjuva muhalefeti de içine alarak geniş bir saldırı planıyla rakiplerini köşeye sıkıştırmayı hedeflediği anlaşıldı.
Kamuoyu doğal olarak tam da yeni bir süreç başlamışken neden AKP birdenbire yeni bir saldırıya geçti ? diye merak ediyor.
Bu yeni saldırı planının iki boyutundan söz edebiliriz. Bir boyutu yeni anayasa tartışmalarıyla doğrudan ilgilidir. AKP, uzun bir süredir yeni bir anayasa yapma hazırlığında. Bununla amaçlarından biri R.T. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki defadan daha fazla aday olmasını sağlamak. Diğer yandan ise anayasayı kendi ihtiyaçlarına göre yeniden yazmak.
Bu yeni saldırının bir diğer boyutu ise, Kürt hareketinin Bahçeli’nin ve AKP’nin ”yeni barış” sürecine temkinli yaklaşması, yer yer güvenmedikleri açıklamaları yapmasına karşın, AKP, yeni bir saldırıyla KUÖH’ni masaya oturmaya zorlamaktır.
İktidar, böylece masaya oturan Kürt hareketini hem yeni anayasaya ikna etmek hem de Ortadoğu’da yayılma tehlikesi gösteren savaşta Kürtleri tarafsız bırakmak hedefiyle hareket ediyor. Kürtlere yapılan bu saldırıların arka cephesinde tamda bu var; AKP ‘gelmezseniz saldırıları artıracağız’ mesajı veriyor.
Kayyumlar Kaybedecek Kürt Halkının İradesi Kazanacak!
AKP, CHP’nin elindeki Esenyurt belediye başkanını görevden alarak işe başladı. Mart 2024 yerel seçiminden birinci parti olarak çıkan CHP başta İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, gibi birçok büyükşehir belediyesini kazanarak oylarını artırdı. AKP, bunu bir türlü hazmedemedi.
AKP, CHP’ye açıkça ‘yeni anayasaya yapımına evet demezseniz elinizdeki belediyeleri alacağız’ mesajı vermiştir.
CHP’nin bu saldırı karşısındaki duruşu son derece zayıftır. Ekrem İmamoğlu’nun almış olduğu cezanın kesinleşmesi durumunda, AKP’nin bu belediyeye el koyması gündeme gelecektir. CHP, her ne kadar esip gürlüyorsa da, yapacağı fazla bir şey olmayacaktır. CHP, AKP Esenyurt belediyesine el koyduktan sonra ne yaptıysa, İstanbul Büyükşehir Belediyesine el konulması sonrası da yapacağı bundan öteye gitmeyecektir.
AKP, Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Halfeti Belediyesi’ni gasp etti. Mardin Büyükşehir Belediyesi böylece üçüncü kez gasp edilmiş oldu. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada her üç başkanın ‘silahlı terör örgütüne üye olma’ suçundan aldığı cezalar ve süren davalar el koyma kararına gerekçe gösterildi. DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin gasp edilmesinden ardından sabah saatlerinde belediye binası polis tarafından ablukaya alındı.
Kayyum olarak Mardin Valisi Tuncay Akkoyun atandı. Kararın ardından sosyal medya hesabından ilk açıklamayı yapan Ahmet Türk, şu ifadelere yer verdi:
“Asla pes etmek yok. Demokrasi, Barış ve Özgürlük mücadelesinden geri adım atmayacağız. Halk iradesinin gaspına geçit vermeyeceğiz. Bu böyle bilinsin!”
Türk devleti Mardin Büyükşehir Belediyesine kayyum atamadan önce, Abdullah Öcalan’dan istediği açıklamaları alamamış olacak ki, alelacele üç aylık görüş yasağı cezası aldığını duyurdu. Başlamadan bittiği anlamına gelen bu uygulamayla Türk devletinin nasıl bir ”barış” istediği de belli olmuş oldu!
Bu belediyelerin gasp edilmesi KUÖH bir göz dağıdır. AKP, KUÖH’ne ‘ya masaya gelirsin ya da saldırılar devam edecek’ diyor.
Kürt demokratik hareketi belediyelerin gasp edilmesine ilk defa tanık olmuyor. Bundan önceki süreçlerde de defalarca kayyum atamalarıyla yüz yüze gelen Kürtlerin için bu son gasplarda sürpriz olmadı. T. Kürdistanı’ndaki belediyelerin gaspını özetleyen Özgür Gelecek gazetemizin Temmuz 2024 sayısında şunları yazdık:
“AKP-MHP faşist iktidarı, 31 Mart yerel seçimlerinde de DEM Parti adayı Abdullah Zeydan’ın yüzde 55 ile kazandığı Van Büyükşehir Belediye Başkanlığını vermeyerek mazbatayı ikinci sıradaki AKP’li adaya verdi. Ama AKP’nin yargı yoluyla Van’da yapmış olduğu müdahaleye Van halkı ve dostları direnişle yanıt verdiler. AKP iktidarının yargı darbesine halkın birleşik mücadelesiyle yanıt verildi.
AKP-MHP faşist iktidarı tarafından başlatılan süreci şöyle özetleyebiliriz; KHK’ye dayandırılarak Demokratik Bölgeler Partisi’nden (DBP) seçilen belediyelere 11 Eylül 2016 tarihinde kayyum atanmaya başlandı. 3 Büyükşehir, 7 il, 63 ilçe ve 22 belde olmak üzere toplam 95 DBP’li belediyeye kayyum atandı ve görevden alınan belediye başkanlarından 93’ü de tutuklanarak hapishanelere gönderildi.”
Kürt demokratik hareketine yönelik saldırılar sadece belediyelerin gasp edilmesiyle sınırlı bir saldırı değildir. Belediyelerin gaspının yanında; 14 Temmuz 1993 tarihinde Halkın Emek Partisi, 23 Kasım 1993 tarihinde, Özgürlük ve Demokrasi Partisi, 16 Haziran 1994 tarihinde Demokrasi Partisi, 16 Mart 1996 tarihinde Demokratik Değişim Partisi, 19 Mart 1996 tarihinde Demokratik Kitle Partisi, 26 Şubat 1999 tarihinde Halkın Demokrasi Partisi anayasaya mahkemesince kapatıldılar.
Bu partiler kapatılmakla kalmadı, 2 Mart 1994 tarihinde DEP Milletvekilleri Hatip Dicle, Orhan Doğan, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Bağımsız Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanıp onlarca yıl cezaya çarpıtıldılar.
Kürtler yüzyıldır faşist Türk devleti tarafından eziliyor. Yok sayılan Kürtler her baş kaldırdıklarında katliama uğradılar, sürgün edildiler. Açık ki Türk devletinin Kürt ulusunun taleplerini karşılamak gibi bir niyeti yoktur. Barış ve çözüm kavramları gerçekleşen ve önümüzdeki günlerde devamı gelecek saldırıları perdelemek içindir.
Bu devletin Kürt sorununda asgari düzeyde bile olsa kısmi düzenlemeler yapması karakterine aykırıdır. Kürt ulusunun kolektif hakları adına bugün kazanılan her şey mücadele ve ağır bedeller kazanılmış ve TC’ye kabul ettirmiştir.
1978 yılından bu yana direnişlerini daha da yükselten Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Türk devleti karşısında büyük bir halk hareketine dönüştü. Büyük bir kitle gücüne ve silahlı yapıya sahip hareketin en zayıf yanı ise ideolojik formasyonu. Sınıfsal bir perspektiften giderek uzaklaşan hareket, özgürce ayrılma hakkından geri adım attı, mevcut düzen içinde konfederal yapıyı savunmaya başladı.
Çözüm ve barış söylemlerini geliştirerek uzunca bir süredir bu temelde politika yapıyor. Düzen partileriyle dünden daha fazla ilişki geliştirerek siyasetini bunun üzerinden tanımlamaya çalışıyor. 2024 genel ve yerel seçim sürecinde bağımsız bir siyaset yerine gerek AKP gerekse de CHP kanadıyla yapılan görüşmelerle izlenen çizgi de bunun bir yansıması oldu.
Ne var ki ideolojik düzlemde tüm bu hatalarına rağmen Kürt hareketi devrimci niteliğini korumaktadır. Kayyum saldırılarına karşı Kürt demokratik hareketi, Kürt halkıyla birlikte çok ciddi bir tepki ve direnişi örgütlemektedir. Halkın bu anlamda direnişe katılımı oldukça yüksektir. Son 10 yıldır görmediğimiz militan direniş biçimleri yeniden tarih sahnesine çıkmıştır. Bu durum, geniş emekçi kitleler, Kürt halkı bakımından umut ve moral verici.
Kayyum rejimine karşı direniş Kürt hareketini de aşan bir nitelik kazanmalı. Zira, kayyum yalnızca Kürt hareketinin, DEM Partili belediyelerin sorunu değildir. Esenyurt’ta her ne kadar Kürt kimliğinden dolayı atanmış olsa da kayyum CHP’li bir belediyeyi gasp etmiştir. Bu bağlamda, daha fazla sömürü, yağma ve talan anlamına gelen kayyuma karşı koymak tüm işçi sınıfı ve emekçilerin, devrimci-ilerici güçlerin sorumluluğu olmak durumundadır.
Kayyumlara karşı gelişen direnişe omuz vermek, direnişi büyümek herkesin görevi olmalıdır.